Bu yazıyı 2014 Eylül'ünde yazmıştım:
Floyen Tepesi'nden Bergen Manzarası
Kısa bir süre önce döndüğüm kuzey seyahatimin etkisinden
henüz kurtulamadım. Gözlerimin önünden harikulade manzaralar geçiyor hala. Kimi
zaman Norveç’in ıssız kıyılarını özlediğim, soğuk ve ıslak rüzgarını yüzümde
hissedip şaşırdığım anlar oluyor. Sonra bir korna veya bir ambulans sesi beni
kendime getiriyor ve kendimi İstanbulumuzun o gürültülü ve yorucu karmaşasında
buluveriyorum. Yanlış anlaşılsın istemem: Ben İstanbul’u hala seviyorum ama
yaşımın getirdiği değişimlerden midir bilemiyorum, sakin ve nüfusu az, medeni
yerleri daha çok arar oldum. O yüzden de yakın dostlarıma kuzey coğrafyasının
bazı ülkelerini ballandıra ballandıra anlatırken buluyorum kendimi sık sık.
İşte bu yazıda da konu olarak Norveç’in renkli köşesi Bergen’i anlatayım dedim.
Bergen Norveç’in gerçekten de en renkli şehirlerinden biri.
Şehir merkezinde yaşayan yaklaşık 275bin kişilik nüfusuyla Norveç’in en
kalabalık ikinci yerleşimi. Ülkenin en hareketli turistik limanı burada,
dolayısıyla turizm en önemli gelir kalemlerinden birini oluşturuyor. Yılın
hemen her gününde Bergen limanına büyük yolcu gemileri yanaşıyor ve o yolcular
başta UNESCO DÜNYA MİRASI olan eski BRYGGEN’e akarken, şehrin eski limanının
etrafını kuşatan bütün tarih kokan mahalleleri de bu hareketten nasibini bolca
alıyor.
Bergen Limanı Genel Görünüm
Ben Bergen turu yaparken kendime göre bir rota oluşturdum
zaman içinde. Genellikle HANSA BİRLİĞİ’nin KONTOR adı verilen tüccarlar
kolonisinin bulunduğu, rengarek ahşap binalarının koruma altına alındığı
BRYGGEN’den başlarım. Burası benim gözlemediğim kadarıyla, maalesef kitle
turizminin aşındırıcı etkisine maruz kalan noktalardan birine dönüşmüş durumda.
Evet, bu yüzlerce yıllık ahşap binalar hala çarpıcı, hem tarihi dokusu hem de
reçine kokusu ile büyüleyici ama o kadar fazla sayıda insan aynı anda mahalleye
doluşuyor ki, etrafı görebilmek, evlerin arasında gezinebilmek büyük bir
meseleye dönüşmüş durumda. Bu gidişe bir dur denilmesi gerekecek bence. Çünkü
turizm iyi güzel de, turizme kurban edilen tarihin yerine de yenisini koymak
mümkün değil! Biz böyle çok fazla değerimizi yitirdik. Bu yöreyi turizme açıyoruz
müjdeler olsun! denildiğinde fena halde irkilmemin sebebi belki de
budur! Neredeyse 30 yıllık turizm yaşamımda, turizme açıyoruz denilerek nice
değerlerin ve doal güzelliklerin yok edilişini kendi gözlerime gördüm, yaşadım.
Üstelik sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde! İçindeki turistik
mağazalarla, restoranlarla ve daha pek çok ıvır zıvırla -bana kalırsa-
karakterini yitirmeye başlayan BRYGGEN’i de aynı sona kurban etmeden, sevgili
Norveçli dostlarımın tez elden önlem almalarını diliyorum. Peki BRYGGEN nedir?
Kontor
Bryggen
Almanya’nın LÜBECK kentinde kurulan bir tücaret birliğinden
bahsetmek lazım bu noktada: HANSA BİRLİĞİ. Tarihçilerin ortak kanısına göre
1159 yılında, bölgeyi ele geçiren Bavyera ve Saksonya Kralı Henry, hem ticari
hem de savunma amaçlı bir birliğin kuruluşuna liderlik eder. Amaç Baltık
Denizi’nde ve kıyı kentlerinde korku yaratan akınların ve korsanlık
faaliyetlerinin önünü kesip, ticaret için güvenli limanlar yaratmaktır. Başta
Vikingler olmak üzere kuzeyin cesur ama talana ve yağmaya meraklı
topluluklarını, askeri yönden organize bir şekilde engellemek, yollarını kesmek
ve bu sayede güven ortamı yaratarak limanlarda ticareti arttırmaktır. HANSA
BİRLİĞİ Kuzey Almanya’nın önemli bir limanı olan LÜBECK’te kurulur. 13-15.
Yüzyıllar arasında Lübeck, Kuzey ve Baltık denizleri arasındaki en önemli
kavşak haline dönüşür. Novgorod’dan Londra’ya, Köln’den Bergen’e kadar uzanan
bir coğrafyada tek hakim HANSA BİRLİĞİ olur. Bu geniş coğrafyada KONTOR’lar
kurulur. Bunlar, kuruldukları topraklarda, neredeyse, kendi kurallarından
başkasına uyma ihtiyacı bile göstermeyen tüccar yerleşimleridir. Yazıhaneler,
ofisler, depolar, yeme içme yerleri ve diğer ihtiyaçların hepsinin
giderilebildiği mikro-kentlere dönüşür bu Kontorlar. Yazılı kurallar kadar
yazılı olmayan kurallar da geçerli hale dönüşür. Sevilen veya üzerlerinde kolay
tahakküm kurulabilen, zararsız tüccarlar desteklenirken sevilmeyen, tehlikeli
bulunan ve al gülüm ver gülüm sistemine tam entegre edilemeyenin de dedikodular,
spekülasyonlar ve boykotlarla kuyusu kazılır. Paranın gücüyle yerel yöneticiler
satın alınır ve yerel politika üzerinde söz sahibi olunur. Arada sırada bazı
prensler ya da krallar başkaldırmaya kalksalar, kafalarına Kutsal Roma Germen
İmparatorluğu’nun tokmağı iniverir. Arkasına aldığı imparatorluk ve kilise
desteği sayesinde Lübeck merkezli birlik, bütün Avrupa’yı idare etmeye başlar
adeta. Bu parlak dönemin sonsuza dek sürmeyeceği İsveç’in Baltık’ta güçlenmesi,
Danimarka’nın kuzey denizlerindeki hakimiyetini kurması, Novgorod’daki kontorun
kapanması ve Brugge’deki limanın neredeyse ölmesi ile kendini belli eder.
Bununla beraber Almanya topraklarındaki prensler de güçlenmektedirler. 16.
Yüzyıldaki reformasyon ile Protestanlığın zemin kazanmasıyla tüm Avrupa’ya
yayılan kargaşa, güney limanlarında Osmanlı tehlikesi de diğer faktörler olur.
Neticede bazı üyeleri yavaş yavaş birliği terk eder. Kalanlar ise bu birliği
ismen de olsa sürdürürler. Günümüzde
Lübeck, Hamburg ve Bremen, kendilerini hala Özgür Hansa Şehirleri olarak
tanımlamaktadırlar. Çok sevimli bir konu olmamasına ragmen bir başka detay da,
1937’de seçim kampanyası sırasında Lübeck’e gelen Hitler’in, buradaki
konuşmasında Hansa Birliği’nin eski ihtişamlı günlerine dönüleceğini müjdelemiş
olmasıdır.
Hansa Birliği Müzesi
Bergen’den yola çıktık ve nerelere geldik! Biz yine dönelim
Bergen’e…
İşte Bergen turu sırasında genellikle ilk uğrak yerim bu
birliğin BRYGGEN mahallesindeki Kontor’u olur.
Bu labirentler ve koridorlarla birbirlerine bağlanan ahşap binaların
arasından geçtikten sonra, eski liman bölgesine yürürüm. Burada neredeyse yüz
yıl öncesine dek kullanılan eski yük indirme vinçlerini gösteririm. Hansa
Birliği Müzesi de buradadır. Sonraki durağım ise her gelenin çok büyük keyif
alarak gezdiği Balık Pazarı olur.
Balık Pazarı denilen bölge öyle çok da büyük değil ama
rengarenk ve fotojenik bir yer. Burada hem eski usül tezgahlar, hem de yeni
inşa edilen daha modern bir çarşı var. Bu tezgahlarda deniz kabuklularından
tutun da balina etine kadar pek çok değişik lezzeti tatmak mümkün. Ben en çok
karidesli açık sandöviçleri seviyorum. Önce çavdar ekmeğinin üzerine ince bir
kat terayağı sürülür. Sonra kıtır bir kat marul yerleştirilir. Haşlanmış
yumurta dilimleri konulur ve tazecik pespembe karidesler dökülür. Öyle üç beş
tane değil bol bol! Üzerine hem renk hem de lezzet için bir iki ince dilim
limon yerleştirilir. Hardalla hafifçe renklendirilmiş gerçek mayonez de yanına
konulunca, güzel bir bira ısmarlamak da farz olur artık! Eşime göre biraz da
sarımsak ilave edilse daha iyi olur ama bizim kuzeyli arkadaşlar pek itibar
etmiyorlar nedense!
Bergen’e gidip Floyen Tepesi’ne çıkmamak olmaz. Dolayısıyla
ben Bergen turumda mutlaka Floibanen denen funikülerle yukarıya çıkarım. 320
metre yükseklikten eski Bergen Limanını seyretmek, şehri kuşatan tepeleri
görmek, fiyordu ve diğer detayları incelemek Bergen’in neden bu kadar büyük
önemi olduğunu anlamaya yetiyor. Fiyord, açık denizin yıkıcı etkilerinden uzak
ve eski limanın girişinde yer alan adalar ise bu etkiyi daha da kırıp, güvenli
bir sığınak ortamı yaratıyor. Bu yüzden bu liman geçmişte önemli olmuş ve
zamanla Norveç’in en büyük limanına dönüşmüş. Şehrin adının neden Bergen
olduğunu da tepeye çıkınca anlıyorsunuz çünkü Bergen kelimesinin kökeni BERG ve
bu da dağ anlamına geliyor. Hatta kimi kaynaklara göre Bergen’in eski kent
bölgesini çevreleyen yedi tepesi var! Saymaya kalktığınızda yediden daha
fazlasını sayıyorsunuz ama yine de denemeye değer!
Bergen Eski Liman
Bergen’de çok sevdiğim bir başka şey de, seneler boyu gide
gele yaratmış olduğum ve sadece bana ait olduğu konusunda romantik bir fikre kapıldığım
Ahşap Evler Mahallesi yürüyüşü! Denizi ve balık pazarını ardımda bırakıp
Bergen’in eski mahallelerinin içlerine doğru yürürüm grubumla. Kutsal Haç Kilisesi’nin
yanından yukarı tırmanan merdivenlere yöneliriz. Burası harika bir mahalledir. 19. Yüzyıldan
kalma binaların arasından geçerek hafifçe yukarı uzanırız. İşte bu noktada bir
labirent başlar. Sokaklar sadece bir kişinin geçişine izin verecek şekilde
daralır. Grubumla tek sıra halinde yürürüz. Beyaz ahşap evler, renkli kapılar,
önlerine dizilmiş sıra sıra çiçek dolu saksılar, park edilmiş bisikletler,
çengellerden sarkan çiçeklikler, yosun tutmuş parke taşlar ve süslü pencereler
bu mahallenin en belirgin özellikleridir. Limandaki ve balık pazarındaki
kalabalık bu mahallelerde görülmez. Hayatın içine doğru girdiğimizi hissederim
bu sokaklarda ve çok hoşuma gider.
Ahşap Evler
Bir arkadaşımla konuşurken şöyle demiştim: Yaşanacak yer
Bergen! Gerçekten de böyle düşünüyorum. Müzeleri zengin, milliyetçi romantizm
akımının ünlü bestecilerinden Edward Grieg’in adını taşıyan konser salonuyla klasik
müziği onurlandıran, opera, tiyatro ve pek çok festivalle hareketlenen kültür
yaşamıyla iddialı bir şehir Bergen. Hele bir de benim gibi yağmuru seviyorsanız
o zaman mutsuz olmanız mümkün değil. Neden mi? Çünkü yerel bir deyişe göre
Bergen’de yılın 363 günü yağmur yağar! Eğer güneşli bir güne denk geldinizse
keyfini sürmeye bakın, uzun sürmeyecektir!
Yollarda görüşürüz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder