Bodhnath, beyaza boyanmış, devasa bir stupa’nın etrafında,
daireler çize çize, dalga dalga yayılan, manastırlar, evler ve dükkanlarla
dolu, renkli ve hareketli bir mahalledir. Büyük Stupa’nın tarihsel anlamda,
kökeni tam olarak bilinmiyor. Birbiri ardına anlatılan, birbirine karışmış
efsanevi öykülerden yola çıkacak olursak, stupanın yapımına tanrıların, göksel
varlıkların ve krallarla tüccarların karıştığını görürüz. Oysa bunların
hiçbirini kanıtlayacak somut bilgi yoktur. Ben de o bölgede rehberlik
yaptığımda, tarihi bilgilerin çoğunu aktarırken, ‘’efsane nerede başlıyor
bilemiyorum’’ diye itirafta bulunurum hep. Aslında laf aramızda kalsın, tarihin
efsaneyle karışık olması hoşuma gitmiyor da değil! Hayal gücüme daha fazla yer
açıyormuşum gibi de hissediyorum.
Önce stupa nedir, kısaca onu aktarayım: Stupa, içine önemli
Budist rahiplerin küllerinin, bir takım kutsal emanetlerin ya da kutlu yazıtların
konulduğu, genellikle bir höyüğe benzeyen, yarım küre şeklinde bir yapıdır.
İçine girilmez, hacılar, ziyaretçiler yapıyı tavaf ederler. Kökeni Budizm’den
çok daha öncelere uzanır. Çok eskilerde, yaşama veda etmiş ermişlerin, bağdaşa
benzer mükemmel duruş olan LOTUS duruşunda gömüldüklerini biliyoruz. İşte ilk
stupaların, bu gömülen ermişlerin üzerinde oluşturulan tepeciklerden yola
çıktığı düşünülmektedir. Bütün Kuzey ve Güney Asya’ya yayılan bu yapı şekli,
her ülkenin kendi geleneğine ve alışkanlıklarına göre hem isim hem de form almıştır.
Örneğin Tibet’te CHORTEN denir, doğuya gidildikçe PAGODA olur. Kimi kat kat
yükselir, kimi yuvarlak ve alçak olur. Ama mana aynıdır… Yapı tavaf edilirken,
mana ile ilişkiye girilip, o mana idrak olunur… Tıpkı Kabe’ye giden hacıların
yaptıkları gibi… Madde dünyasını terk et, manaya odaklan!
İşte Kathmandu’nun büyük beyaz stupası Bodhnath da bu
şekilde, tam olarak adı konulamayan bir tarihte, ama günümüzden en az 2000 yıl
önce, bu şekilde inşa edilmiş, son derece önemli bir stupadır. Yapını bugünkü
boyutlarına 14. Yüzyılda kavuştuğu yönündeki bilgiler pek çok kaynakta
bulunuyor.
Stupanın inşa edildiği yer, geleneksel kervan yolları
üzerinde, Himalayalar’ın zorlu dağ geçitlerinden önceki düzlüklerdir. Eskiden,
Lhasa’dan yola çıkan kervanlar, dağlar bitip de düze kavuştuklarında, onları o
zorlu geçitlerde bin türlü beladan koruyan gözeten tanrılara ve ruhlara
teşekkür amacıyla, bu noktada, stupayı tavaf ederler, tütsüler yakıp dualar
söylerlermiş. İşleri bitip de geri dönme zamanı geldiğinde, dağlara vurmadan
evvel, yine bu noktada dualar ve ilahiler eşliğinde, tanrılara yakarıp sağ
salim bir yolculuk dilerlermiş.
Bodhnath’taki büyük stupa, Nepal’in en büyüğü. Aslında bütün
Asya’daki en büyük stupalardan biri olduğunu biliyoruz. Tabii Endonezya ya da
Myanmar’da farklı formlarda ama aynı görevi gören pek çok stupa-pagoda olduğu
için, böyle bir sıralama yapmak pek de kolay değil. Yine de Tibet Budizmi’nin
Tibet dışındaki en büyük ve en kutsal stupasının Bodhnath olduğunu söylemek
lazım.
Stupa’nın bütününde pek çok önemli simge yer alıyor. Yapının
dokuz katı, Budizm’in Tanrılar Dağı olarak adlandırılan, mitolojik Meru
Dağı’nın katlarını simgeliyor. Kat kat gökyüzüne uzanan onüç çember,
aydınlanmaya giden yoldaki aşamaları anlatıyor. Dört ana yöne bakan gözler, Tibet
Budizmi’ndeki Beş Bilgelik Budası’ndan dördünü simgelerken, beşincisi tam
merkezdeki büyük beyaz stupada yer alıyor. Bu beş Bilgelik Budası, aynı zamanda
evrendeki beş elementi simgeliyor. Ateş, Su, Hava, Toprak ve Eter… Bunlardan
bizler için en kafa karıştıranı Eter olabilir ama buradaki eter denilen madde
evrendeki her şeyi kuşatan boşluğun, sonsuzluğun simgesi oluyor. Metafizik
anlamlar da yükleniyor bu boşluğa… Meditasyon sırasında ulaşılmaya çalışılan o
hiçlik, boşluk hali de bu olsa gerek… Stupanın üzerinde dalgalanan beş renkli
dua bayrakları da bu elemetleri simgeliyor. Rüzgarların o bayraklardaki duaları
evrenin dört bir yanına dağıttığına inanılıyor.
Bodhnath’a gittiğiniz zaman, çevrenin renkli ve hareketli
halinden büyük keyif alıyorsunuz. Pek çok yerli ve yabancı gezgin tarafından
ziyaret edilen bu kutsal merkez, manevi hayatla dünyevi hayatın en iyi şekilde
buluştuğu yerlerden biri bana kalırsa. Etrafında pek çok manastır var ve
buradaki tapınaklardan yükselen dua sesleri, her zaman ruhani etkiyi
güçlendiriyor. Ancak dünyevi hayatın
gerçeği ticaret de kendini tam gaz hissettiriyor burada. Etrafta el sanatları
konusunda çok zengin, kaliteli dükkanlar var. Bronz heykeller, minyatürler,
cepte taşınabilecek muskalar, tespihler gibi Tibet Budizmi ile ilgili pek çok
objeyi bulabileceğiniz bu dükkanlarda uzun dakikalar geçirebilirsiniz.
Bence yapılacak en güzel şeylerden biri şu: Öğleden sonra
ışığında Bodhnath’a gidin. Önce stupayı, Tibetli hacılarla birlikte, saat
yönünde tavaf edin. Onların arasına karışın. Sonra stupanın üstüne çıkın ve
yine saat yönünde yürüyerek mahalleye tepeden bir bakış atın. Sonra aşağıya
inip, stupanın ana girişinin tam karşısında yer alan manastırın balkonuna
çıkın. Stupa oradan şahane görünüyor. Manastırın büyük dua salonuna girip, bir
köşede sessizce oturun, etrafı inceleyin, birkaç dakika sessizce meditasyon
yapın, içinize dönün. Oradaki sesleri dinleyin, kokuları içinize çekin. Sonra
yeniden aşağıdaki kalabalığın içine karışıp yürüyün. Rahiplerin de alışveriş
yaptıkları dükkanlardan alışveriş yapın. Dolunay akşamıysa oradan hiçbir yere
ayrılmayın ve hava karardıkça yakılan binlerce kandilin ışığında stupanın nefes
alır gibi dalgalandığını hayal edin.
Kathmandu’ya ulaşmak artık çok kolay. THY İstanbul’dan
direkt uçuşlara başladı başlayalı, Nepal artık daha yakın. Vizeyi de kapıda
alıyorsunuz. Daha ne olsun? Tabii Nepal tarihi ve doğal anlamda çok zengin bir
ülke, bu anlattıklarım okyanusta sadece bir damla. Siz yola çıkın, gerisi gelir
nasıl olsa…
Yollarda buluşuruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder