Kalp Üşüyünce...


Bu aralar bir tuhafım. Adını koyamadığım türlü ruh halleriyle başa çıkmaya çalışıyorum. Fiziksel olarak bir sıkıntım yok ama içimde bir boşluk, bir rahatsızlık hissi. Bilemiyorum... Ne var bende? Nedir bu adını bilemediğim huzursuzluk? Koşmaktan yorulmuş, soluksuz kalmışım gibi kesik kesik nefesler alıyorum. Ciğerlerim dolmuyor bir türlü. Ben dolduramıyorum...Beden için en önemli gıda hava ve ben onu dahi içime çekmiyorum yeterince. Sonra ikincisi su! Ben su da içmiyorum zaten... Kendimi zorlasam da olmuyor. İçemiyorum. Hava ve su olmadan nasıl yaşanır? Yaşanır mı? Neden yaşamaya çalışıyorum o zaman onlarsız? İçimdeki saat gene mevsimleri karıştırdı. Pardon ama neredeydik biz? Kış? Yaz? Bahar? İlk? Son? Ellerim üşüyor, eldiven takıyorum; başım üşüyor, şapkamı geçiriyorum; boynuma atkımı sarıp ayaklarıma içi müflonlu çizmeler giyiyorum. Oysa kalbim üşüyünce ne yapacağımı kimse bana söylemedi. Bilemiyorum. O da böyle titreyip duruyor göğüs kafesimin ortasında. Büzüşüyor. Pompalamıyor kanı ve ne nefes alabiliyorum, ne su içebiliyorum. Yaşıyormuşum gibi yapıyorum ama nefes almıyorum, su içmiyorum. Bile bile...Üşüyorum...

Delhi'de Bir Gün





En son yazımdan beri araya pek çok şey sığdırdım yine. New York'tan döndükten sonra, Salzburg'a gittim. Mozart Haftası etkinliklerine... Nefis bir 5 gün geçirdim ve ruhumu dinlendirdim. Müzik, en sevdiğim şehir ve enfes kış manzaraları çok iyi geldi. Fazıl Say'ın olağanüstü konseriyle gurur duydum.
Geçen hafta ise "Büyüdüğüm Ülke" Hindistan'a geldim. Bir haftalık Kısa Hindistan turu yaptım ve bugün grubu Türkiye'ye gönderdim. Ben burada kaldım. Yarın gece, sabaha karşı yeni grup gelecek ve RAJASTAN turu yapacağız.
Çok uzun zamandır Delhi'de boş vaktim olmamıştı. Bugünü iyi değerlendirdim. Sabah Gurgaon'daki otelimden, yerel acentamın ayarladığı bir araçla yola çıktım. Gurgaon İstanbul'un Beylikdüzü mevkii gibi bir yer. Kocaman modern binalar, gökdelenler ve iş merkezleri yapılıyor. Son derece ışıltılı AVM'ler var. Tabii bir de yepyeni siteler... Aracım beni Delhi'de geçen sene açılmış olan Modern Sanat Müzesi'ne bıraktı. İçeri girerken kocaman afişler gözümü aldı: ANİSH KAPOOR! Heyecanlandım zira bu sanatçının adını çokça duymuş, projelerini bazı yerlerde okumuş ve bir de çok özel işini New York MET'te görmüştüm. Müzeden içeri girerken bu denli doyurucu bir segiyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Kapoor'un hem mimari projeleri hem de diğer türlerdeki işleri sergileniyor. Tabii hepsi de müzenin değişik salonlarında... Bir de BBC'nin hazırladığı belgesel film vardı Kapoor üzerine. Oturup seyrettim ve inanılmaz etkilendim. Kapoor'un sanatını ve işlerini nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum ama eserler izleyeni de tamamen deneyimin bir parçası kılıyor. Sadece gözleriniz değil bütün duyularınız işin içine giriyor. eserin içinde yok oluyorsunuz. Yönünüzü kaybediyorsunuz. Gözlerinizin gördüğü şeylerin gerçek mi yoksa yanılsama mı olduğunu anlayamıyorsunuz. Formların içinde alışık olduğunuz tüm diğer formlar eriyip yokoluyor. Boyutların alışık olmadığınız büyüklükleri sizi çarpıyor, bütün ölçü birimlerini rafa kaldırıyorsunuz. Yerleştirmeler gerçek dışı, sorular soruyorsunuz. Şöyle diyeyim: Hayatımda izlediğim en özel sergilerden biri oldu bugünkü Anish Kapoor sergisi. Hiç beklemediğim bir yerde ve anda karşıma çıktı. Bir hediye!
Müzenin kendisi ise ayrı bir alem. Hindistan'ın çağdaş sanatçıları ve onlara yolu açan yüzyıl başı diğer üstatların resimleri arasında dört saate yakın dolandım durdum. En çok etkilendiğim şey sadece şair yönüyle tanıdığım Rabindranath Tagore'un harikulade resimleriyle karşılaşmak oldu. Özellikle suluboyalarına bayıldım.
Tabii ki Hindistan kocaman bir ülke; bir kıta! Her bölgenin sanatçısı diğerinden farklı. Renkler farklı, dokular farklı, dokunuşlar ve konular farklı. Yaklaşırken farkı farkediyorsunuz. Yabancılar da bir çok eser vermişler. Ben özellikle Rus asıllı sanatçı Nicholas Roerich'in dağ resimlerine hayran kaldım. Himalaya Çalışmaları Enstitüsü'nü kurmuş ve o yüce dağların eteklerine taşınmış ressamın dağları, dağ köyleri ve manastırları beni çok etkiledi.
Müzeden sonra Yeni Delhi'nin kalbi sayılan Connaught Place'e geçtim. Yaklaşık iki saat kadar dolandım, ilk defa 1993 yılında ziyaret ettiğim kitapçıya girip, rafların arasında gezindim, güzel kitaplar seçtim. Ödeme için kasaya gittiğimde, oradaki kadın görevlilerle sohbete başlayıp, o dükkana ilk kez gençlik yıllarımda geldiğimi söyledim. Bu arada satış fişini elle dolduran kadın gözlüklerinin üzerinden bakıp bakıp gülümsedi bana. Sonra da şöyle dedi: Siz eski ve devamlı müşterimizsiniz; o yüzden size indirim yaptım:))) Çok şeker değil mi?
Werner's pastanesine uğrayıp o nefis kokuları içime çektim. Bütün Delhi sanki oradaydı. Bu eski moda pastane arı kovanı gibi işliyor hala... Bütün gün arabanın içinde beni beklemiş olan şoförüme bir kutu karışık pastacık ve tart yaptırdım. Sanırım makbule geçti:)))
Akşam planım ise bambaşkaydı. Gurgaon'un en modern AVM'sine uğrayıp, Delhi'nin modern yüzünü izledim. Kanyon'la Akmerkez karışımı bir AVM ama Cevahir büyüklüğünde...Son derece şık ve kaliteli...Önce üst kattaki restoranlar bölümüne çıktım. Hindistan'ın ÜLKER'i sayılan HALDİRAM'S tipik yiyeceklerin servis edildiği fast food zinciri açmış. Daldım içeri tabii ki...Hafif bir şeyler yedikten sonra, Bollywood filmine gittim ve Akshay Kumar'a bir kere daha bayıldım.
NOT: Kullandığım ilk fotoğraf internetten devşirilmiştir ama Anish Kapoor'un müthiş işlerinden biri olduğu için buraya aldım.

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...