Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla.
Cumartesi Yalnızlığı, Demli Çay ve Can Baba
Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla.
Cem Mumcu yazmış...Sevdimmmm...
YALANA KANACAKSIN ...
Yorumsuz...
Ben de MİMLENDİM, İşte Cevaplar...
2- Tibet Yamdrok Gölü kıyısı... Her gidişte aklımı kaybediyorum. Bulutlar başımın üzerinden uçuşurken, seslerini duyabildiğimi iddia ediyorum. Tibet'in her köşesi benim için inanılmaz ama kutsal Yamdrok var ya, orası bambaşka...
3- Bhutan'daki Takstang Manastırı... Yani Kaplan Yuvası Manastırı...Çocukluk hayalim... Bıraksınlar günlerce kalabilirim o tepede...Tütsü kokuları ve çan sesleri arasında, kafamı kazıtır, inmem bir daha aşağıya...4- Büyük Menderes Deltası ve Eski Doğanbey Köyü... Herhalde bu yaşamda, orada seneler önce satın aldığım ev yıkıntımı "gerçek" bir eve dönüştüremeyeceğim. Param olamayacak o kadar galiba ama belki bir sonraki yaşamda başarabilirim...Aslında dünya üzerinde gömülmeyi istediğim tek yer. Biraz hüzünlü gelse de bu böyle. Yaşarken olmadı bari sonrasında orada olayım:))
5- Afrodisias tabii ki... Özellikle bahar aylarında çiçeklerin, gelinciklerin açtığı mevsimde orada olmak, dünyadaki en büyük keyif olsa gerek. Hele agora'daki ağacımın altında, koca taşın üzerine uzanıp, müzik dinlemek var ya, ömre ömür katar! 6- Heybeli Ada... İstanbul'daki cennetim... Kafam bozuk olduğunda, hayat ağırlaştığında, azıcık nefes almak istediğimde, bir vapur ve ver elini Heybeli... Mesela dün ders çalışmaya oraya gittim.
7- Everest! Ya da Nepallilerin dediği şekliyle Sagarmatha veya Tibetlilerin verdikleri ismiyle Chomolungma yani DÜNYANIN ANA TANRIÇASI... Zirvesine ayak basmadım ama çevresinde defalarca uçtum, üzerinden geçtim, etrafında dolandım ve eteklerinde yürüdüm günlerce. Hikayeler anlattım hakkında, rüyalarımda gördüm. Zirve yapmamış olsam bile hakkım yok mu birazcık da BENİM demeye?
8- İzlanda! Bu seneki en büyük keşfim! Koparttı beni...Tabiatın kollarını hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim varlığımda!
9- Viyana Secession Binası ve içindeki Gustav Klimt tarafından yapılmış Beethoven Frizi... Her sene, gruplarımla gittiğimde, kendimden geçercesine, taparcasına anlattığım yer...
10- BACH'ın 27 sene çalıştığı ve şimdi de mezarının bulunduğu Leipzig Thomas Kilisesi...Her gidişte mutlaka ama mutlaka, altarın sol yanındaki banka oturup, BACH'ın mezarına bir çiçek bıraktıktan sonra, ipod'umda BWV1068 ARİA'yı dinlerim.
Aslında benim liste uzar gider. Daha Nepal'deki Dhulikel köyümden, Peru Macchu Picchu'daki Beethoven 7. senfoni dinleme keyfimden, Viyana Kuntshistorsches Museum'daki Brueghel tablolarımdan, Musee D'Orsay'deki Pazar keyfimden, Dresden'deki Vermeer'lerimden, Amsterdam'daki Van Gogh'larımdan, Berlin Filarmoni Binası'ndan, Norveç'teki Geiranger Fiyordu' mdan, Haziran başındaki Süphan'ın karlı manzarasını yansıtan Van Gölü' mden, Eyüp'teki Zal Mahmut Paşa külliyesinden, Büyük Valide Han'dan, Marmaris Selimiye köyünden, Hasan Dağı'mın Aksaray'dan görünen halinden, Eski Foça'daki Can Evi'nden, Myanmar'daki İnle Gölü'mden, Titicaca Gölü'ndeki Taquile Adası' ndan bahis bile açamadım. Tabii bir de buralarda yaptığım kişisel rütüellerim var... Sanırım bir sonraki yazının konusu belli oldu bile. Umarım Zeynep'i mutlu etmişimdir...
Ahh işteee... Şu anda da tam o ritüellerden biri gerçekleşmekte: Ben odamda yazıyorum ve radyoda Claire de Lune çalıyor... Dışarıda ise sıkı bir yağmur... Pencereyi aralayıp, günün ilk ve tek keyif cigarasını tüttürmenin tam sırası değil de nedir, söyler misiniz?
Sırada kim mimlenecek acaba?
Ben isterim ki Yasemin ve Diren devam etsinler...
Ders Heybeli'de Çalışılır
Bostancı'dan kalkan Büyükada isimli vapura binip, arkadaki açık bölümde kafama uygun bir yere çöreklendim.
Eski Bostancı iskelesine selam ettik.
Benim için nedense hep koşturmacalı iş hayatına taşıdığı insanlarla özdeşleşmiş olan deniz otobüslerinden biri yandaki iskeleye yanaşırken, yavaş yavaş ayrıldık iskeleden. Şehir ve onun gürültülü hayhuyu dümen suyumuzda kalmaya başladı.
Dalgakıran'ın başındaki bayrağı selamlayarak rotamızı adalara çevirdik.
Heybeli karşıdan parlayan güneşin ışıkları arasında, bir masal diyarı gibi duruyordu.
Yaklaştıkça, masal yerini gerçekliğe bıraktı ve sevgili adamın yüzü daha fazla görünür oldu.
Vapurum önce Büyükada'ya yanaştığında iskelede duran gemi beni gülümsetti: Paşabahçe! İstanbul'un en güzel gemilerinden biri. Kardeşleri de var, biri Fenerbahçe...Enis Batur da bu gemiyi pek sever, biliyorum kitaplarından. İçimden Enis Batur'a bir selam yolladım ve iskelede başlayan hareketi seyretmeye koyuldum. Vapurdaki adalıların konuşmalarına göre, yeni kaptanların yanaşmaları pek zor oluyormuş. Bunu ben de farketmiştim zaten ve daha önceki ada yazılarımdan birinde de dile getirmiştim. Beni en çok korkutan şeylerden biri, palamar halatlarının gemi fazla açıldığında gerilerek, kopmasıdır. Eskiden kenevir türü bitkisel liflerden yapılmış palamarlar kullanılıyordu ama son yıllarda, İDO olduğundan beri, plastik türevi halatlar kullanılıyor ve onlar da gemi baş açtıkça gerilip uzuyorlar ve birkaç kez, korkunç bir gürültüyle koptuklarına şahit oldum. Kopan halatın bir ucu kırbaç gibi oluyor ve yakınında bulunanlar için tehlike yaratabiliyor. Oysa eski halatlarda bu olmazdı hiç... Sanırım yenilemek isterken, cahilce bir iş yapıldı yine. Kaş yapayım derken çıkartılan gözler gibi bir durum var ortada!
Büyükada'da yolcular indi ve şehre devam edecek yeni yolcular bindi...
ve biz sonunda Heybeli'ye yanaştık...
Her zamanki gibi yine Denizatı'nda oturdum. Önce az şekerli bir kahve söyledim kendime ve bir keyif cigarası tüttürdüm. İstanbul'un en iyi az şekerlisini burada yaptıklarını daha önce de söylemiştim. Sonra defterimi ve kitaplarımı açıp, dün gece işaretlediğim yerleri defterime geçirdim. Kulağımda hafiften müziğim: Chopin Nocturne'ler...Yeni geldiler...Ekledim hemen:)) Kimi an gülümseyerek, kimi an hüzünlenerek dinledim hepsini ve ders çalışırken yalnızlığıma ilaç oldular. Açlığımı karışık tostla bastırdım; çay ve tatlı rüzgar arkadaş oldular bana. Kimseyle konuşmadan, sadece yazdım, yazdım, yazdım... Sanki kendimden kaçar gibi, dünyadan kaçar gibi, şehirden kaçıp adaya sığındım ve evde başaramadığımı orada başardım. Kafamı toparlamak!
Akşamın ilk karanlığı çöküp de ilk ışıklar yanar ve günün en sevdiğim saatleri başlarken, geri dönüşe geçtim. Hava açıkta oturamayacağım kadar soğumuştu artık ve içeride oturup, insanları seyretmeye koyuldum. Çoğunluğun yüzünde yorgun ve biraz da bungun bir ifade vardı. En arkadaki gözden ırak sırada iki sevgili, birbirlerine iyice sokularak oturmuş, fısır fısır konuşuyorlardı. Bana en yakın sırada bir genç anne (muhtemelen benden en az 15 yaş daha genç) iki haşarı çocuğuna söz geçirebilmek için, yüksek perdeden tehditler savuruyordu. Çocukların dinlediği yoktu tabii ki... Arka sırada oturan dört kişilik bir "amcalar grubu", o gün içinde yapmış oldukları kıran kırana tavla partilerinin yorumunu ve muhasebesini yapıyorlardı. Bir nevi Süper Maraton- Telegol programı gibiydiler. Hani her Pazar-Pazartesi akşamı, TV'nin bütün kanallarında saatlerce sürdürülen. Kim demiş, maçlar 90 dakikadır diye! Bizim amcalar da, bugün kimin daha "ballı" olduğuna karar vermeye çalışıyorlardı. Neticeye varamadan yolculuk bitti ve Bostancı'ya ulaştık.
Ada yine ruhuma iyi geldi, kafamı boşalttı ve yaşam daha kolay göründü herşeye rağmen. Keşke her gün "ada günü" gibi olsa!
Heybeli Güzellemesi
Çarşısını severim...
Balıkçı barınağındaki tekneleri seyretmek bile bir keyif...
Martılar danseder gökyüzünde...
Ya da modern filozoflar...
Sonbaharda bile çiçekler açar ...
Velhasıl güzeldir Heybeli...
Biz Heybeli'deee...
Vapurun içi neredeyse ağzına dek doluydu. Güneşi gören kendini adaya atmaya niyetlenmişti belli ki... Çoğunluğun Büyükada'ya gideceğini umarak, vapurun kıç tarafında korunaklı bir banka oturduk. Sohbet, hoşbeş derken Heybelimize gelivermiştik bile.
Önce biraz yürümeye karar verdik. Sağa sola selam ederek adım attığımız adamızda, güzel evlerin bulunduğu sokaklardan geçip, rotayı Değirmen'e çevirdik. Önce yol boyunca dizilmiş spor aletleriyle oyalandık biraz. "İstanbul'un en güzel manzaralı spor kompleksi" adını verdik oraya.
İstanbul'un en güzel manzaralı spor kompleksinden kareler
Değirmene giden yolda her taraf o kadar yeşil, o kadar tazeydi ki anlatamam. Yagmurdan sonra sanki bir günde fışkırmış herşey topraktan... Saadet gözlerini yemyeşil ebegümeci kümelerine dikip, "Ahh bunlarla ne güzel ekşili bulgur pilavı olur" deyip deyip dolandı ortalıkta. Bir sonraki ada seferimizde, herhalde salacağız onu çayıra. Sonunda ekşili pilav var ne de olsa!
Değirmen'in önündeki kayalıklarda, dünkü fırtınadan kalan son dalgalarla oynaştık azıcık.
Değirmenden manzaralar...Kayalıklarda sohbet, inceleme, soluklanma ve derin düşüncelere dalma...
Adanın sevimli sokaklarını dolanıp, çarşısında gezindik. Yürüyüşümüzün sonunda karnımız iyice acıkmış şekilde, kendimizi Denizatı'na attık. Önce adaçayı, sonra karışık tost-ama ne tost!- ardından bir tur daha demli çay ve koyu sohbet. En önemli konu, yaklaşan yerel seçimlerde kime oy verileceği ve desteklenen adayın kazanabilmesi için yapılması gereken örgütlü faaliyetler... Heybeli'nin aydın kadınları, adalıların desteklediği kişinin parti merkezi tarafından da aday gösterilmesini sağlamak üzere imza kampanyaları düzenliyorlar. Kapı kapı dolaşıp, durumu anlatıyorlar ve imza almadan bırakmıyorlar işin ucunu. Umarım bu çabalarının meyvesini alırlar.
Akşamın karanlığı çöktüğünde iyice soğuyan adayı bırakıp evimize dönerken, yine keyifli bir Heybeli günü geçirmiş olmanın rahatlığı vardı üzerimizde. Ne de olsa ada! Hayat başka bir ritmle yaşanıyor orada ve bu insana iyi geliyor kim ne derse desin! Ada dönüşü mutlu yüzler
Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...
Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...
-
Zahter salatası+humus+nar ekşisi+künefe=ANTAKYAAAAAA... Eveeettt...Geldim, gördüm, yedim:)) MUHTEŞEMMMM!!!
-
Daha önce yazmış olduğum yazılara bir göz atınca, Avrupa’daki en çok sevdiğim kentlerden biri olan Salzburg hakkında müzik ve sanat...
-
Bundan birkaç sene evvel, La Paz’a ilk kez geldiğimde, gördüklerim karşısında gözlerime inanamamıştım, kelimenin tam anlamıyla nutkum tutulm...