Balkanlar'a Doğru

Yarın yine yollardayım: Bu seferki rota Balkanlar! İki gün önce Hırvatistan'dan döndüm ve bir kere daha Adriyatik sahillerine vuruldum ama şimdi sırada bambaşka bir duygu seli var... Rumeli!
İlk defa geçen yıl yapmıştım bu rotayı ve her gün içim sızlamıştı gezerken. İnanılmaz bir tarih dokusu var oralarda ve insan ne yapacağını şaşırıyor. Osmanlı orayı tam anlamıyla memleket benimsemiş ve bir sürü yatırım yapmış. Hiç düşünmemiş ki bir gün elinden kayıp gidiverecek! Ama maalesef, aymazlıklar ardı ardına eklenince, en gitmez sanılan yerler sadece bir sene içinde elimizden gidivermiş işte! İşin acı tarafı, aynı oyunun 2000'li yıllar versiyonu oynanıyor ve hala aynı aymazlık sürüyor Türkiye'de. Parçalanıp bölünmek üzereyiz ve en elimizden gitmez sandığımız yerlerde, sular ısınıyor uzun zamandır. Bir yanda Diyarbakır, diğer yanda yeni yazıldığı şekliyle WAN!!! Pes be kardeşim! İnsan hiç mi ders almaz tarihinden!!! Almıyormuş işte demek ki, alamıyormuş!
Bir kere daha oralara gidip, bunları düşüneceğim. Bir kere daha içim sızlayacak ama olsun! Oralarda olmak yine de çok keyifli olacak...

Mutluluk...


Bahar güzel geçiyor. Geçen akşam yine Ege'den döndüm, üzerinde çalıştığım turu yapıp bitirdim. Çocuğum gibiydi bu tur, süper oldu. Rotasını, otellerini, restoranlarını, herşeyini ben yaptım/seçtim, sağolsun FEST'ten SERAP oya gibi işledi ve ortaya gerçekten çok çok iyi bir tur çıkmış oldu. Yoktan var ettik ve netice: MUTLULUK!

Bu sene bahar aylarından memnunum. En sevdiğim yerlerde, en sevdiklerimle birlikte olmanın tadını çıkardım bu yıl. Turlarda dahi hep en sevdiklerim vardı etrafımda, bu büyük lüks tabii ki. Güldük, konuştuk, yarenlik ettik ve gerçekten kısacık zamanlara kocaman yaşam dilimlerini sığdırdık. Dostuklar kuruldu ve devam ediyor. Eskiden FACEBOOK falan bana çok gereksiz gelen şeylerdi, çünkü derdim ki: Yüzyüze görüşmenin yerini alamaz! Buna hala inanıyorum ama artık şuna da inanmaya başladım: Görüşme fırsatımız olmasa bile birbirimizden haber alabiliyoruz ya, en azından orada iki satır sohbet edebilyoruz ya, bundan iyisi can sağlığı! Yoksa benim çalışma tempomun içinde, kimi nerede nasıl göreceğim ki?

Baharda güzel kitaplar okudum ama hala, kafamı toplayıp yazma disiplini kurabilmiş değilim. Turlar sırasında acaba yazabilecek bir ortam oluşturabilir miyim kendime, aslında bunu düşünmem ve kurgulamam lazım. Hayatımın büyük kısmı otel odalarında geçiyor ama o odaya girdiğimde yorgunluktan tükenmiş oluyorum. Ne yazacak, ne düşünecek halim oluyor. Ertesi günün anlatılacak şeylerini hazırlamak için ancak vakit buluyorum ve zaten ondan sonra da baygın düşüp uyuyorum. Bu araya nasıl sıkıştıracağım yazma işini? Bunu çözdüğüm anda, bir sürü şey çıkacak ortaya...

Pazartesi günü yine yoldayım: BOSNA HERSEK & HIRVATİSTAN! Üstelik kardeşim gibi sevdiğim Andreacığım da olacak yanımda. Grup kalabalık epeyce, 28 kişi. Tanıdıklarım var içlerinde ama tanımadıklarım çoğunlukta bu sefer. Hırvatistan'a gidiyor olmaktan dolayı son derece mutluyum. Bayılırım oraya, bilenler bilir... Hatta geçen sene turdayken, Zagreb'deki lisan kurslarını araştırmıştım. Niyetim birkaç ay orada kalıp hem Hırvatça öğrenmek hem de bir süre oralarda yaşamaktı...Yaşanır mı yaşanır! Ama araya yaşamın getirdikleri girince, planlar kaldı askıda! Dert mi peki? Yooo! Şimdiki durumdan da memnunum, Hırvatça öğrenemedim ama yeni yaşantıma alıştım, evimi kurdum, erkek arkadaşımla ve diğer sevdiklerimle bir arada oldum. Zor atlatılır sandığım dönemi yavaşçacık, yumuşacık geçirdim ve artık daha sakinim, daha olgunum ve mutluluğu dışarıda aramamak gerektiğini öğrendim. Mutluluk bir varoluş biçimiymiş meğer...Bir tercihmiş... Anlık tatmin duygularıyla hissettiklerimizi, mutlulukla karıştırıp dururmuşuz meğer yıllardır... Ve meğer aslında mutluluk, başını yumuşacık yastığına koyup uykuya dalarken içini kaplayan o tatlı hissin, tüm yaşamına hakim olmasıymış... Tabii itiraf ediyorum: Henüz o tatlı his benim her saniyeme hakim değil, ama üzerinde çalışıyorum. Olduğunda söylerim, anlarsınız zaten...

Yazının başlığını atmamıştım başlarken; yazarken şekillendi...Mutluluk!

Mutluluk deyince de Livaneli'nin kitabından uyarlanıp çekilen filmin en sevdiğim sahnesi gelir hep gözümün önüne: İstanbul'lu Doktor'un sabah gün doğumundan hemen sonra, çırılçıplak soyunup, kristal gibi parlayan sulara balıklama daldığı sahne! Ben de aynısını yapmak istiyorum bir gün...Etrafta kimsecikler olmasın, ben bir Ege koyunda demirlemiş olayım, mesela Adaboğazı'nda, bütün fazlalıklarımdan soyunayım çırılçıplak ve kendimi masmavi sulara atayım, önce en derine yüzeyim, balık sürülerinin arasından, mesela Ayşegülümün Makas Balıkları olsun etrafımda, sonra tam da nefesimin bittiği anda yüzeye çıkayım, çam ve kekik kokulu ılık yaz sabahını içime doldurayım...Ve bir şarkı tutturayım: Mutluluk!!!

Son Günlerde


Okuyorum...

Ege turum için ders çalışıyorum...

Kitabımı yazmaya henüz başlamadım ama kafamda format oturuyor...

Arkadaşlarımı gördüm, yemekler yedik birlikte...

Manikür yaptırdım...

O kadar...

Peru & Bolivya'dan döndükten sonra sadece dinlendim. Bir gün zaten evden hiç çıkmadım. Sabahları çok geç uyandım hep. Bir gün ise ofisteydim, FEST'te...2011 için yeni fikirler ürettik, artık klasikleşmiş turlarımın tarihlerini oturttuk. Yenileri için çok heyecanlandım, zıp zıp zıpladım... Kesinleşmeden söylemek istemiyorum ama yine süper yerlere gideceğim gibi gözüküyor.

Başka da bir şey yapmadım. Pişman değilim:)) Önümdeki yoğun zamanları düşününce, ohhh diyorum, yaşasın tembellik!!!
Sadece iki konu sıkıyor beni:
1- Bugün 6 Mayıs...Üç Fidan'ın koparılışının yıldönümü...Haksızlıklara karşı duramayışımızın tokat gibi yüzümüze indiği tarih...Büyük bir ayıbın yeniden yeniden hatırlandığı tarih...İçim eziliyor ama elimden gelen hiç bir şey yok; sadece bir daha olmaması için dua edebilirim.
2- Bu Pazar Anneler Günü... Hayatımın ilk "ANNESİZ" Anneler Günü'nü geçireceğim. Gerginim, üzgünüm ve annemi çooooooooooooooook özlüyorum. Bunun için de elimden gelen hiç bir şey yok ve bunun için de sadece ama sadece dua edebiliyorum. O'nun babam ve kızkardeşimle birlikte yukarılarda bir yerlerde, çok iyi bir yerlerde olduğunu düşünüp avunuyorum. Onlar en azından bir aradalar...Ben ise burada onlarsız kaldım...Alışılmıyormuş meğer...Boşmuş bütün teselli sözleri...
Neyse ki Cumartesi Ege'ye gidiyorum. Rotasını kendim çıkardım: Gediz'den Büyük Menderes'e Ege... İçinde şahane yerler var: Bergama, Efes, Afrodisias, Bozdağlar, Bafa Gölü, Didim, Priene, Tire, Birgi...Daha neler neler...Sürprizli köşeler, müthiş manzaralar. Hava da güzel olacakmış, meteorolojiden kontrol ettim.
Şimdilik bu kadar, belki gitmeden yeniden yazma fırsatım olur ama olmazsa da yanıma bilgisayarımı almayı düşündüğüm için, belki tur sırasında güncelleme yapabilirim.
Bir de nefis bir kitap okuyorum, bitti bitiyor: İki Deniz Arası Siyah Topraklar. Sağolasın Enis Batur...

Nasıl?


Diyorum ki artık somut bir şeyler yapsam; şöyle ele alınabilecek, tutulup evrilip çevrilecek, sayfaları arasında gezilecek, ben göçüp gittiğimde bile, benden sonra burada kalacak bir şeyler... Diyorum ki, bir kitap yazsam... Ama nedense herkesin benden beklediği bir tarzda "rehber kitap" olmasa...Şuraya gidin, şunu bunu yapın, onu bunu yiyin, sağa sapın, sola dönün, burası şu kadar yılda yapılmış, şurası bilmemkaç metreymiş falan türünden olmasa...Bir tarafı bu bilgilerin bir kısmını -tabii ki- içerse ama özünde "seyahat denemeleri" tadında olsa...Araya müzik de girse mesela... Benim müziklerim ama... Bir yere gittiğimde rutin olarak dinlemekten zevk aldığım, artık seneler içinde ritüelleşmiş müziklerim yani... Sonra, duygularım olsa...Bir yerin bana hissettirdikleri, hatırlattıkları ve bazen de unutturukları...Geçmişten - geçmişimden-, gelecekten - geleceğimden- ve planlar/hayallerden de bahsetsem...Fena olmazdı değil mi?

Kafamda döndürüp duruyorum bu fikri ama henüz masa başına çökebilmiş değilim. Oysa disiplinli bir şekilde, günde sadece ve sadece yarım sayfacık bile yazabilsem, yıl sonunda elimde 180 sayfa kalır... Azımsamayın lütfen zira bir bile sıfırdan yeğdir!

Bir de diyorum ki, arada -keşke becerebilsem- suluboyayla hafifçecik renklendireceğim kendi eskizlerim olsa...

Birkaç da siyah beyaz fotoğraf...Panoramik değil, sadece empresyonist! Anlayana mesajı apaçık gönderen...

Bilet detayları -eğer varsa tabii-, kişisel notlarımı iliştireceğim derkenar...

Başlamak lazım bir yerinden.

Ama nasıl?

Peru&Bolivya Dönüşü / 2010


Bir Nisan klasiği daha bitti! Peru&Bolivya'dan döndüm dün gece. Aklım, ruhum ve yüreğim, bir kuşun kanadında, Titicaca'ın kıyısında kaldı yine...Ne yapsam bu hissi altedemiyorum. Hep bir yetmemişlik hissi, hep bir geri dönme arzusu...Offf! Benim MUTLAKA birkaç günü GÜNEŞ ADASI'nda geçirmem lazım. Orada güneşi batırmam, gece uyumam ve gölün kıyısında sabah güneşi karşılamam lazım. Andların en güzel zirveleri CORDİLLERA REAL'in karlı tepelerine vuran altın renkli ışığı içime doldurmam lazım. Kıyıda oturup susmam ve içimi dinlemem lazım. Ama kimse olmamalı yamacımda. Bir, hadi bilemedin en fazla iki kişi olmalı el mesafemde. Onlar da benimle susmayı bilmeliler orada, o kıyıda... Arınmalıyım o berrak sulara vuran dağların gölgesinde... Ancak ondan sonra yeniden yollara vurmalıyım kendimi, uzaklara -ama- kendime doğru... Bunu bir gün yapacağım; ne zaman bilemiyorum ama yapacağım...
Klasik soruların cevapları:
  • Her şey çok çok güzel geçti.
  • Evet, grup müthiş kafa dengiydi. Benimle birlikte 31 kişilik büyük bir kafileydik ve herkes birbirinden renkliydi ve/ama aramızdaki uyum, yabana atılacak cinsten değildi doğrusu. karşılıklı sevgi-saygı-anlayış-destek, tur boyunca hayatlarımızı kolaylaştırdı.
  • Evet, iki ülkeyi de özlemişim.
  • Lima müthiş bir değişim geçiriyor. Geçen sene hala inşaat halinde olan okyanus kıyısı parkları bitmiş, yeşermiş bile...Bayıldım:)) Gün geçtikçe daha da fazla seviyorum Lima'yı. Son derece renkli bir kültürü var. Kızılderili, İspanyol, Çinli, Afrikalı ve Japon karması/kırması bir şehrin başka türlüolması mümkün mü ki zaten?
  • Lima Art Museum ya da Museo De Arte Lima "MALİ" restorasyondan sonra açılmış. Üç sergi vardı. Üst katlardaki daimi sergiler ise, seneye açılacak. Bina şahane olmuş...Koloniyal bir bina, yüksek iki katlı, ortası avlulu...Parkeleri koyu ahşap, bina beyaz...Avlu siyah-beyaz karolar... Modern ve etkili bir tarz yakalamışlar...Yolunuz düşerse haberiniz olsun:)) Kahvesi de hiç fena değildi...Oradaki fotoğraf sergisinde öğrendim: Uluslararası İKONCAN'ların olağanüstü fotoğraflarını çeken Mario Testino Peru'luymuş! Benimkisi de ne cehalet!
  • İki sene önceki depremde, neredeyse yerle bir olan PARACAS'ta artık birbirinden şık oteller var. En güzeli bizimkiydi: DOUBLE TREE HİLTON PARACAS... Hem son derece şık, hem yalın, hem de doğal malzemeler kullanılarak dekore edilmiş...Kocaman çakıllarla doldurulmuş süs havuzları, kalın bambulardan yapılmış trabzanlar, ince sazlarla döşenmiş saçak altları. Kumsala atılmış bembeyaz şezlonglar. Gri-beyaz-kahve tonlarının ortasında patlayan bir mavi-yeşil havuz...Tek kelimeyle baştan çıkarıcı....Birkaç gün daha kalabilirdim açıkçası...
  • Bir de Valle Sagrado Urubamba'da ARANWA!!! Eski bir HACİENDA, yani koloniyal çiftlik evi... Müthiş bir projeyle otele dönüştürülmüş. Tam ortasında bir eski kilise, bembeyaz ve gece ışıl ışıl...Etrafını suni bir göletle çevrelemişler. Tepede yıldızlar, sularda kilisenin aksi... Daha fazla söze gerek var mı ki?
  • Machu Picchu'ya giden tren yolu, hızlıca onarılmaya çalışılmış. Bu Perulular gerçekten de çalışkan insanlar. Hep birlikte, el ele vermişler ve imkansızı başarmışlar. Bir geçici tren istasyonu yapmışlar hemen. Biz trendeyken, heyelandan dolayı Urubamba'ya uçan rayları ve köklerinden sökülmüş dev ağaçları gördük. Hatta tren yolunu hala onarıyorlardı ve bazı bölümleri oldukça tehlikeli gibiydi. Biz geçerken rayların üzerindeki taşları kenara çakiyordu bazı görevliler. Aslında Avrupa'da falan olsa, belki de bu hattı açmazlardı bile... Ama Peru'nun turizm gelirlerine çok ihtiyacı var ve eğer Machu Picchu olmazsa turizm çöker. Neyse, artık olmuş bitmiş... İnşallah sezonun bundan sonraki bölümlerinde toparlanırlar.

Özlemişim doğrusu. İyi geldi:)) Bir de tabii işin güzel yanı, harika dostlar edindim bu seyahatte. Birbirinin dilinden anlayanların bir araya gelmesi ne iyi, değil mi???

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...