Bahar güzel geçiyor. Geçen akşam yine Ege'den döndüm, üzerinde çalıştığım turu yapıp bitirdim. Çocuğum gibiydi bu tur, süper oldu. Rotasını, otellerini, restoranlarını, herşeyini ben yaptım/seçtim, sağolsun FEST'ten SERAP oya gibi işledi ve ortaya gerçekten çok çok iyi bir tur çıkmış oldu. Yoktan var ettik ve netice: MUTLULUK!
Bu sene bahar aylarından memnunum. En sevdiğim yerlerde, en sevdiklerimle birlikte olmanın tadını çıkardım bu yıl. Turlarda dahi hep en sevdiklerim vardı etrafımda, bu büyük lüks tabii ki. Güldük, konuştuk, yarenlik ettik ve gerçekten kısacık zamanlara kocaman yaşam dilimlerini sığdırdık. Dostuklar kuruldu ve devam ediyor. Eskiden FACEBOOK falan bana çok gereksiz gelen şeylerdi, çünkü derdim ki: Yüzyüze görüşmenin yerini alamaz! Buna hala inanıyorum ama artık şuna da inanmaya başladım: Görüşme fırsatımız olmasa bile birbirimizden haber alabiliyoruz ya, en azından orada iki satır sohbet edebilyoruz ya, bundan iyisi can sağlığı! Yoksa benim çalışma tempomun içinde, kimi nerede nasıl göreceğim ki?
Baharda güzel kitaplar okudum ama hala, kafamı toplayıp yazma disiplini kurabilmiş değilim. Turlar sırasında acaba yazabilecek bir ortam oluşturabilir miyim kendime, aslında bunu düşünmem ve kurgulamam lazım. Hayatımın büyük kısmı otel odalarında geçiyor ama o odaya girdiğimde yorgunluktan tükenmiş oluyorum. Ne yazacak, ne düşünecek halim oluyor. Ertesi günün anlatılacak şeylerini hazırlamak için ancak vakit buluyorum ve zaten ondan sonra da baygın düşüp uyuyorum. Bu araya nasıl sıkıştıracağım yazma işini? Bunu çözdüğüm anda, bir sürü şey çıkacak ortaya...
Pazartesi günü yine yoldayım: BOSNA HERSEK & HIRVATİSTAN! Üstelik kardeşim gibi sevdiğim Andreacığım da olacak yanımda. Grup kalabalık epeyce, 28 kişi. Tanıdıklarım var içlerinde ama tanımadıklarım çoğunlukta bu sefer. Hırvatistan'a gidiyor olmaktan dolayı son derece mutluyum. Bayılırım oraya, bilenler bilir... Hatta geçen sene turdayken, Zagreb'deki lisan kurslarını araştırmıştım. Niyetim birkaç ay orada kalıp hem Hırvatça öğrenmek hem de bir süre oralarda yaşamaktı...Yaşanır mı yaşanır! Ama araya yaşamın getirdikleri girince, planlar kaldı askıda! Dert mi peki? Yooo! Şimdiki durumdan da memnunum, Hırvatça öğrenemedim ama yeni yaşantıma alıştım, evimi kurdum, erkek arkadaşımla ve diğer sevdiklerimle bir arada oldum. Zor atlatılır sandığım dönemi yavaşçacık, yumuşacık geçirdim ve artık daha sakinim, daha olgunum ve mutluluğu dışarıda aramamak gerektiğini öğrendim. Mutluluk bir varoluş biçimiymiş meğer...Bir tercihmiş... Anlık tatmin duygularıyla hissettiklerimizi, mutlulukla karıştırıp dururmuşuz meğer yıllardır... Ve meğer aslında mutluluk, başını yumuşacık yastığına koyup uykuya dalarken içini kaplayan o tatlı hissin, tüm yaşamına hakim olmasıymış... Tabii itiraf ediyorum: Henüz o tatlı his benim her saniyeme hakim değil, ama üzerinde çalışıyorum. Olduğunda söylerim, anlarsınız zaten...
Yazının başlığını atmamıştım başlarken; yazarken şekillendi...Mutluluk!
Mutluluk deyince de Livaneli'nin kitabından uyarlanıp çekilen filmin en sevdiğim sahnesi gelir hep gözümün önüne: İstanbul'lu Doktor'un sabah gün doğumundan hemen sonra, çırılçıplak soyunup, kristal gibi parlayan sulara balıklama daldığı sahne! Ben de aynısını yapmak istiyorum bir gün...Etrafta kimsecikler olmasın, ben bir Ege koyunda demirlemiş olayım, mesela Adaboğazı'nda, bütün fazlalıklarımdan soyunayım çırılçıplak ve kendimi masmavi sulara atayım, önce en derine yüzeyim, balık sürülerinin arasından, mesela Ayşegülümün Makas Balıkları olsun etrafımda, sonra tam da nefesimin bittiği anda yüzeye çıkayım, çam ve kekik kokulu ılık yaz sabahını içime doldurayım...Ve bir şarkı tutturayım: Mutluluk!!!
2 yorum:
yazıyı sevdim çok ama itiraf etmeliyim ki fotoğrafa bayıldım :)))))
mutluluk..
ne güzel anlatmışsınız..
bir gezinizde buluşmak üzere inşallah. iyi yolculuklar, iyi eğlenceler..
Yorum Gönder