Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...





Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sabah uyanıp yeni güne başlıyorum, 4-5 günde bir hızlıca markete gidip koşarak eve dönüyorum. Üzerimdekileri terasta havalandırmaya bırakıp, yıkanıp paklanıyorum. Yemekti, temizlikti derken saatler geçiveriyor ve bu daha hiç bir şey!!! Esas meşguliyetlerim bambaşka! Korom REZONANS full hızla hazırlıklarını ve provalarını sürdürüyor. Bu karantina günleri elbette bitecek ve biz yeniden sahneye çıkacağız, dinleyicilerimizle buluşacağız. Bugün mesela hazırlayıp kaydını göndermem gereke harikulade bir J.S.Bach eseri var. Nefis bir motet: Komm, Jesu Komm...
Bitti mi? Hayır tabii!
Rezonans'ın şefi Burak Onur Erdem, çok takdir ettiğim bir genç adam. Zaten Rezonans'a da onun peşinden koştum geldim. Burak, aynı zamanda Ankara'da Kültür Bakanlığı'na bağlı Devlet Çoksesli Korosu'nun da şefi ve sanat yönetmeni. Bu korona günlerinde, güzel bir etkinliğe başladık onunla beraber: Rezonans Diyalogları! Geçtiğimiz Perşembe, biz tecritteki 3. haftamızı doldururken, bu etkinliğin ikincisini gerçekleştirdik. Müzik üzerine konuşuyoruz. Bakın, anlatayım:
İlk Rezonans Diyalogları, Venedik Ekolü'nden, ve özellikle Giovanni Gabrieli'den başlayarak, Monteverdi, Schein, Schütz zinciriyle J.S.Bach'a uzandı. Müzikal olarak özellikle polikoral geleneği, yani çoklu koro geleneğini Venedik'ten alıp Leipzig'e getirdik. Türkiye'nin dört bir yanından insanlar katıldı dinlemeye. İstanbul, İzmir tamam da, özellikle Diyarbakır'dan Dicle Üniversitesi katılımı inanılmazdı. Bana kalırsa çok başarılı bir sunumdu. Ben arka plandaki kültürel düzlemi inceledim. Bestecilerin yaşamları hakkında bilgiler verdim, Burak da eser analizleri yaptı notalar üzerinden.
İkinci Rezonans Diyalogları ise, J.S.Bach'ın 6 moteti üzerineydi. Hem Bach'ın Leipzig'deki yaşamını inceledik, hem Leipzig Aziz Thomas hakkında bilgiler verdik, hem de eserleri yine inceledik. Burak bu sefer özellikle Jesu meine Freude motetinin çok kapsamlı bir analizini yaptı. Müzikler videolar tabii çok mutlu kılıyor katılan, dinleyen herkesi.
O söyleşi sırasında bir de oylama yaptık. Bundan sonraki konuşma konusu ne olsun diye. Viyana'lı besteciler en fazla oyu aldı. Mozart, Beethoven, Brahms ve Mahler üzerinden bir Viyana panoraması sunacağız. Gününü henüz belirlemedik ama arayı açmadan yapacağız.
Bu arada bir de açık Radyo için kayıt hazırlayı gönderdim. cep telefonuma kaydederek gönderdim anonsları ve eserleri de her zamanki gibi wetransfer sayesinde gönderdim. Bakalım, bu Pazar kendimi dinleyeceğim çok da emin olamadan. Ama show must go on!!!
Bu sabah biraz erken uyanıp yürüyüş yaptım sitede. O da iyi geldi açıkçası. Sizinle bir fotoğraf paylaşmak istiyorum bu sabahtan. İçiniz açılsın.

İşte Benim Cennetim


Söylediğim yer bu işte!
Yani dünyada en çok sevdiğim ve kendimi huzurlu hissettiğim yer...
Bodrum yakınlarında, bir tepenin üstünde, yeşilliğin içinde ve sessiz, çılgın kalabalıktan uzak...
Deniz manzaram BİLE var, biraz uzak ama açık ufuk görmek bir hediye benim için. İstanbul'da da önü açık manzaram yok değil ama pencereden gördüğüm sadece beton olunca, buradaki yeşillik ve ufuktaki o mavi bana her anlamda bir hediye oluyor.
Salgın yayılıyor, insanlar yaşamlarını yitiriyor. Ben iyice gerginim çünkü eşim evde tam bir sıkıyönetim başlattı. Her yeri ve her şeyi dezenfekte ediyor. Biraz abartılı gibi gelse de, haklı olduğunu kabul ediyorum. Çünkü bilinmeyen bir düşmanla karşı karşıyayız.
Bugünle ilgili diyebilecek çok az şeyim var. En önemlisi şu: Evi dezenfekte ettik... Biraz alışveriş yaptık, su ve başka önemli temel maddeler... Yeni bir kahve denedik, beğendik. Her zaman kahve aldığımız kahveci, korona sebebiyle kapandığı için bu kahveyi almak zorunda kaldık. Tahminimden çok çok daha iyi çıktı. Mutluyum:)) Bir de günlerdir dinmeyen fırtına dinerse, o zaman daha da mutlu olacağım.




Korona Tecrit Halet-i Ruhiyesi

Korkak bir insan değilim ama haberler o kadar korkutucu ki, gerçekten ne yapacağımı bilemez hale geliyorum yavaştan. Twitter denen ortam insanı kapkara yapmaya yeter de artar bile. Takip ettiğim insanlar ve kurumlar hep muhalif olduğu için, zaten genel akımın tersine gitmelerine ve bu şekilde konuşmalarına alışmıştım. Ama Korona denen bela çıktı çıkalı her şey iyice sarpa sarmaya başladı. Bir tarafta her şeyi kontrol altında tuttuğuna inanmamızı isteyen hükümet, öte tarafta ise anlatılan hiçbir şeyin doğru olmadığını söyleyen ve farklı iddialarda bulunan muhalif cephe var. Ben ve benim gibiler arada sıkıştık. Ne yana döneceğimi bilemiyorum gerçekten. İnanmak istiyorum her şeyin kontrol altında olduğuna ama biliyorum ki bu doğru değil...

Bugün evdeki ihtiyaçları gidermek için mecburen dışarı çıktık. Günlerdir hız kesmeden devam eden fırtına yüzünden terasa bile çıkamadığımız için, arabayla bir tur iyi gelir diye düşünüyordum. Velhasıl çıktık ve Ortakent'teki bir AVM'ye girdik. İçindeki süpermarkette aradığımız pek çok şeyi bulduk. Sonra birkaç şey için daha dolaştık. Eve döndük. TV'de Cumhurbaşkanı'nın halka konuşmasına denk geldik. Tam 1 saat konuştu ve biz sağlık önlemleriyle ilgili haberler beklerken o bize konut faizlerinin indirimi, yaşlılara maske ve kolonya dağıtımı, Hz.  Ömer'den kıssalar gibi şeyler anlattı. Hakkını yemeyeyim, bir de turizm ve seyahatlerde KDV'nin %1e çekildiğini anlattı. Bir taraftan evde kalın deyip öte yandan seyahati ucuzlatmalarına ne denir ben bilemiyorum. İşin özü,  bir takım iş adamlarını etrafına toplamış olan Cumhurbaşkanı, halka ASLINDA yapılması gerekli hiçbir şeyi anlatmadı. Daha çok seçim propaganda konuşması gibiydi. Eşimle sadece dinledik, ben arada bir iki laf salladım ekrana doğru ama neticede kendi kendimize olduğumuzu bir kere daha anladım. Devlet dar duruma düşersek ne yapacağını bilemiyordu. Önlem diye alınanlar önlem değil, dilek ve temennilerden ibaret içi boş söylemlerdi.

Bugün, laf aramızda, dışarıda dolaşırken, herkesin suratına acaba hasta mıdır diye bakmaktan yoruldum. Öksürecek mi, tıksıracak mı, virüslü mü virüssüz mü diye düşünürken, gerim gerim gerildim. Eşim zaten bir yüksek gerilim hattına döndü hepten. Korkudan ziyade korkunun gölgesinden korkmak daha korkutucu... Aynı cümlede  4 defa korku demek???????? Bozmuyorum, aynen böyle kalsın.

Yarın fırtına dinerse rahatlayacağım. Biraz yürüyüş yapabilir, doğayla yeniden bağ kurabilirim. Üşütürüm korkusuyla çıkamıyorum şöyle ağız tadıyla.

Bugünlük bu kadar...

Korona Günlerinde Blog'a Geri Dönüş... YIL 2020!

Selam Dünya!
Evet...
Yeniden...
Ve biraz daha büyümüş, biraz daha değişmiş ama umudunu ve heyecanını hiç yitirmemiş olarak ben, yine buradayım.
İlk iş blogun tasarımını değiştirdim. Kitap olsun istedim fonda. Sebepleri var. Oraya geleceğim.
Sonra...
Dışarıdaki muazzam rüzgarın sesiyle fonda çalan müziğim karışırken, kurşun kalemle karalama yapar gibi bir iki satır yazayım bari diye düşündüm.
Yazıyorum işte...
Ve en son blog yazımın üzerinden 3 yıl geçmiş! Sorun bana hangi arada geçmiş bu yıllar? Anladım mı ki ben kendim acaba? Herhalde ömrümün son günü geldiğinde de bunun aynısını mırıldanıyor olacağım: Hangi arada geçti ki acaba?

Bu yazıyı çook uzun bir zaman sonra hasbelkader okuyacak olan birileri olursa, Korona neydi diye ufacık bir açıklama yapayım: Korona bir virüs. Çılgın gibi yayılarak tüm dünyayı haftalar içinde pençesine aldı. Bulaşma hızı ve gücü inanılmaz ama şükürler olsun ki, öldürücülüğü bulaşması ve yayılması kadar güçlü değil. En çok yaşlı insanları alıp götürüyor bu dünyadan. Çin'de başladı, bir ton can aldı ama esas İtalya'da hepimizi şoke eden bir etki yarattı. Lakin İspanya, İngiltere, Amerika... Yani aklınıza gelen neresi varsa, bu virüsle boğuşuyor. Bizde durum henüz İtalya kadar feci değil ama bizde her şey daha yeni başladı. Sanıyorum birkaç hafta içinde, Türkiye'de de binlerle ifade edilen vaka sayılarından bahsedeceğiz. Hepimiz evlerimize kapandık. Düzeltiyorum, aklı ve imkanı olan evine kapandı. Aklı olan derken, bazı akılsızlar evde kalmalarına engel hiçbir şey yokken, hala sosyalleşmeye devam ediyorlar. Bazı akıllılar ise, meslekleri izin vermediğinden evlerinde değiller. Özellikle sağlık çalışanları ve devlet memurları. Ve hepsine minnet borçluyuz, bunu hiç ama hiç unutmayalım.

Biz Osman'la Bodrum'daki küçük evimizdeyiz. Burası için dünyada en çok sevdiğim yer dersem herhalde abartmış olmam. Geldiğim her zaman içimin mutlulukla dolduğu çok özel bir köşe burası. Hele bu mevsimde! Her yer diz boyu papatyalarda dolu. Yemyeşil! Zeytin ağaçlarının aralarından görülen denize de bayılıyorum. İki gündür fırtına var, terasta oturabilmek mümkün değil ama ilk geldiğimiz günlerde, hava 25 derecelere kadar çıkmıştı. Sessizliğin içinde, sırtıma güneşi alarak kuşları dinlemek tam bir ödüldü şehrin deliliğinden sonra.

Aslında buraya gelirken, 4 günlük bir nefes molası diye çıkmıştık yola. Salgın henüz bugünkü seviyede bir tehdide dönüşmemişti. Uçaktayken mesaj geldi: Okullar tatil olmuş! İlk ve orta dereceli olanlar 1 hafta -ki sonra uzatıldı-, bizim gibi üniversiteler ise 3 hafta tatil ilan edilmişti. Acaba ne yapalım, nasıl yapalım, öyle mi böyle mi demeye kalmadan, karar verdik: Kalabildiğimiz kadar kalalım! Evet, şimdi Bodrum'dayız ve bence de çok iyi yaptık aslında. Şehirde olsak, balkonu bile olmayan bir apartman dairesinde tıkılıp kalmış olacaktık. Burada hiç olmazsa, kapıyı açar açmaz doğanın içine atıyoruz kendimizi. Buradan küçük evimizin bulunduğu mevkinin bazı fotoğraflarını çoook eskilerde paylaşmıştım blogda ama yine paylaşırım, yenilerini paylaşırım hatta.

Kısacası, bir virüs geldi ve dünyayı tamamen değiştirdi. Batının tam kalbine bir bıçak gibi saplandı. Sanırdık ki, salgınlar ya Çin'de olur ya da Afrika'da. Güvenli sıcak medeni dünyamıza salgınlar dokunamazdı. Oysa ne kadar kırılganmışız meğer! İlaçlarımız, hastanelerimiz ve tüm o hıncahınç süpermarketlerimiz, ne kadar yalanmış. İşte minicik, gözümüzle görmediğimiz için varlığına inanmakta zorluk çektiğimiz, mutasyona uğramış bir grip virüsü, ülkeleri darmadağın etmeye, o çok gurur duyulan sınırsızlığı yerle bir etmeye nasıl da muktedirmiş! Avrupa Birliği denen şeyin külliyen yalan olduğu, panik halindeki ülkelerin ilk yaptıkları şeyin ulusal sınırları kapatmasıyla ortaya çıktı. İtalya bir başına kaldı. Çin ve ardından Küba yardıma koştu!

Daha neler göreceğiz kimbilir?

Ben şimdilik bu kadar. Akşam haberlerine gidiyorum:))






Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...