Paris’in Gizli Bahçesi



Geçtiğimiz haftalarda, bir arkadaş ziyareti için Paris’e ufak bir kaçamak yaptım. Bu seferki, mesleğimin getirdiği bir gezi değil, sadece keyfe dayanan ve sevdiklerimizle bir araya gelmemizi amaçlayan, sakin tempolu bir hafta sonu gibiydi. Aslında dört gün kaldık ama nedense bize daha uzun gibi geldi. Alışılageldik müze ve kiliselerin dışında kalarak, ‘’canımız ne isterse onu yapalım’’ diyerek yola çıkmıştık ve öyle de oldu. Paris sadece Eyfel, Louvre ve Şanzelize değildir derim hep. Dolayısıyla iki ufak özel müzenin dışında hiçbir büyük ve kalabalık yere uğramadan, turist kafilelerinin klasikleşmiş uğrak yerlerinin hiçbirine gitmeden, sadece kendimize has bir Paris tatili yaptık eşimle. Tadı hala damağımızda…
Bu yıl nedense bana bir haller oldu. Canım sadece park bahçe ve yeşillik istiyor. Doğaya bırakın beni, orada kalayım diyorum. Kendi şehrimizde gittikçe azalan yeşile özlemden olsa gerek, hengi şehre uğrarsam, orada ilk iş olarak bir park bahçe haritası ediniyorum. Bu Paris’imizde de önceden kısa bir internet araştırmasıyla, zaten bildiklerimin dışında kalan yerleri işeretledim ve açık havanın da yardımıyla güzel yerler keşfettim.
Bunlardan en çok sevdiğim bahçe, içinde bir de özel müze bulunduran Albert Khan’ın bahçesi oldu.

Önce Albert Khan’dan bahsetmek isterim. 1860-1940 yılları arasında yaşamış olan Khan, bankacılık sayesinde büyük bir servete kavuşup, bu servetini, dünya kültürlerini birbirlerine yaklaştırmak, evrensel bir anlayış oluşturmak ve halklar arasındaki sınırları kaldırmak amacıyla ilginç projelere aktarmış. Tam bir sanatsever ve hayırsever ile karşı karşıyayız yani. Musevi bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Khan, iyi bir eğitim aldıktan sonra, Paris’te bankacılık mesleğine atılmış. Sanatı destekleyen, sanatçılar ve enteleküel çevreyle yakınlaşmasını sağlayan pek çok etkinliğe kimi zaman sponsor kimi zaman da ev sahibi olmuş.
İşte hayatında her şeyin çok iyi gittiği bu dönemde, Paris yakınlarındaki Boulogne-Billancourt’da, 1893 yılında geniş bir arazi satın alıp, buraya hem evini hem de Dünya’nın Bahçeleri adını verdiği bahçeleri inşa ettirmiş. İngiliz bahçesi, Japon köyü, gül bahçeleri ve ormanlar şeklinde düzenlediği bu bahçeler, Avrupa’nın pek çok ülkesinden gelen aydınlar, yazarlar ve hatta iş adamları için bir buluşma yerine dönüşmüş. Bu birbirinden tarz ve düzenleme olarak çok farklı olan bahçeler, aslında onun dünya görüşünün bir simgesiymiş: Farklı da olsalar, bir arada yaşayabilirler.

Yine bu dönemde, bahçe projesine benzer bir şekilde, dünyanın pek çok ülkesine yaptığı seyehatlarde, kültürel zenginlikleri fotoğrafa ve filme çekip, farklılıkları yumuşatarak bir köprü yaratabilmeye çalışmış. Hiç tanımadığın bir kültürü anlayabilmen, görmediğin bir şeyle yakınlaşman zor olur. Dolayısıyla gitmesen bile fotoğraflar, filmler aracılığıyla bile görsen, bu sana bir yakınlık, bir empati duygusu kazandırır. Bu bugün için bile geçerli aslında. Nitekim benim de buradaki yazılarımın ufacık da olsa bir amacı bu değil mi?
Aslında Albert Khan için her şey bir iş gezisi olarak, 1909 yılında gittiği Japonya’da başlamış. Bu geziden beraberinde çok sayıda fotoğraf ile dönünce, Gezegen’in Arşivi adını verdiği fotoğraf projesi kendiliğinden doğuvermiş. Bundan başlayarak dünyanın bütün kültürlerini, bütün halklarını belgelemeye adamış kendisini. Görevlendirdiği çok sayıda fotoğrafçıyı, dünyanın uzak köşelerine gönderip, o diyarlardan hem fotoğraflar hem de filmler getirtmiş. Bu şekilde 1909 ile 1931 yılları arasında, içinde Osmanlı İmparatorluğu da bulunan toplam 50 ülkeden 72.000 renkli fotoğraf ve 183.000 metre film arşivi oluşmuş. Bugün hepimiz cebimizdeki akıllı telefonlarımızın içinde bile bundan daha fazla arşiv oluşturabiliyoruz ama fotoğraf ve film teknolojisinin o zamanlardaki durumunu düşünecek olursak, mucizevi bir arşiv olduğunu kabul etmek zorundayız.

Sonra bütün dünyayı birbirine katan Büyük Bunalım yılları patlamış ve her yerde büyük bir ekonomik çöküntü başlamış. Albert Khan’ın da işleri tepetaklak olmuş ve iflas etmiş. Dolayısıyla bu anlamlı kültür projesi sürdürülemez hale gelmiş. Bankacının mali zorlukları öylesine büyümüş ki, içinde oturduğu evine, o güzelim bahçelerine bile sahip çıkamaz hale gelmiş. İşte tam bu noktada, Boulogne-Billancourt kent meclisi, bu bahçelerin kıymetini anlayıp, sahip çıkmaya karar vermiş. Evlerin ve bahçelerin bakımını, onarımını ve çiçeklerin düzenlenmesi gibi işleri devralmış. Albert Khan da ölümüne kadar bu bahçelerin içindeki evinde yaşamaya devam etmiş.
Günümüzde Albert Khan müzesi dendiğinde karşımıza çok güzel düzenlenmiş bahçeler ve bankacının o meşhur fotoğraf ve film arşivinin korunduğu olağandışı bir müze çıkıyor. Bahçelerde özellikle Japon köyü olarak adlandırılan bölüm pek meşhur. Bu günlerde orada, 2016 sonbaharına kadar büyük bir restorasyon yapılıyor, dolayısıyla tüm köyü ve Japon evlerini görmek için Ekim’ e kadar beklemek gerekecek. Albert Khan’ın içinde yaşadığı konak ve diğer yapılarda da büyük yenilemeler yapılıyor. Ama bütün bu çalışmalara rağmen, bahçelerin büyük bir kısmı biz gittiğimizde açıktı. Japon bahçelerine bu kadar önem vermemin sebebi, burada bulunan bütün evlerin Japonya’dan demonte edilip, taa Paris’e kadar taşınarak burada yeniden, bu bahçenin içinde monte edilmiş orijinal Japon köy evleri olmalarıdır. Böyle tutkulu, akıl sınırlarını zorlayan projeleri anlatmayı çok seviyorum.
Baharın tüm tazeliğini dallarına yüklemiş güzelim ağaçların arasından yürümek, kırmızı Japon köprüsünden geçmek, minik göldeki kırmızı balıklarla tanışmak ve Paris’in bu kadar yakınında böyle bir dünya özeti keşfetmek benim için büyük bir keyif oldu. Üstelik Paris’in bu sakin banliyösüne ulaşmak çok da kolay. 10 numaralı metroya binip, Boulogne-Pont de Saint Cloud isimli son durakta indiğinizde, azıcık sola dönünce, bahçelerin giriş kapısına ulaşıyorsunuz. Yani şehrin merkezinden bir metroya bakıyor bu minik dünya özeti… Müzeyi ve bahçeleri, Pazartesi hariç her gün 11.00 den itibaren gezebilirsiniz. 4 Euro gibi, Paris ölçülerinde son derece ekonomik bir de giriş ücreti ücreti ile, dünyamızın güzelliklerini 4 hektarlık harika bir bahçenin içinde bulabiliyorsunuz.

Paris sadece Eyfel, Louvre ve Şanzelize değildir derken, şaka yapmıyordum…

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...