Geçtiğimiz hafta Aralık ayının bende
uyandırdığı heyecanı pekiştiren bir seyahate çıktık eşimle. En sevdiğim
ülkelerden biri olan Almanya’ya gittik ve kısacık beş günün içine çok sayıda
sanatsal zenginliği sığdırdık. Eğer Dolmabahçe’de yaşanan katliamın haberini
almasaydık, daha da keyifli bir şekilde dönerdik evimize, ama ne yazık ki,
ülkemizi hiç rahat bırakmayan üzüntülere bir yenisi daha eklendi. Bu sabah ise
bu satırlara başlamışken, sosyal medya üzerinden Kayseri’de yaşanan acı olayın
haberi geldi ve bir gezi yazısı yazmak -yine- bir anda çok anlamsız gözüktü
gözüme. Artık bu üzüntüler bir son bulsun, biz de şehirlerimizin sokaklarında
güvenle gezip dolaşalım, yılın bu son günlerinde, taptaze yeni yılı karşılamanın
heyecanını paylaşalım. Tıpkı Almanya’da ve Avrupa’nın pek çok şehrinde kurulmuş
noel pazarlarına akın eden insanlar gibi şen şakrak olalım…
Döneyim yazımın konusuna…
Bu yazıda sizlere Weimar şehrinden
bahsetmek istiyorum. Almanya’nın tarihinde önemli bir yere sahip olan bu küçük
şehir, tertemiz havası, yemyeşil park ve bahçeleri ile büyük yazın ve düşün
insanı Goethe’nin mirasıyla ön plana çıkıveriyor hemen. Önce biraz rakamlarla
tanıyalım Weimar’ı: Son yapılan nüfus sayımına göre nüfusu 65.000 olan Weimar,
her ne kadar sapa bir yerdeymiş gibi dursa da, aslında İstanbul’dan erişilmesi
son derece kolay bir şehir. THY ile direkt Leipzig’e gittikten sonra, konforlu
ve güzel manzaralı 1 saat 15 dakikalık bir tren yolculuğu sizi bir anda iki
yüzyıl öncesine ışınlıyor. Biz de varış noktamızı Leipzig olarak planlayıp,
oradan geçtik Weimar’a. Leipzig benim için Almanya’nın en önemli şehirlerinden
biridir. Daha önce de Leipzig üzerine bir yazı yazmıştım. Karayolu ile de yaklaşık 80 kmlik bir yolculuk sizi Türingiya’nın bu sakin
köşesine ulaştırıyor.
Eyalete adını veren bir Cermen halkı olan
Thuringiiler, M.S 6 yyda Weimar’dan da geçen Ilm nehrinin vadisinde, bereket
Kentin tarihindeki en önemli olayların
başında Protestan Reformu’nun başmimarı Martin Luther’in burada defalarca konuk
edilmesi ve 1525’te Protestanlığın kabulü gelir. Bu konuyla ilgisi olan bir
diğer kişi ise, Alman Rönesans resminin en büyük üstadı kabul edilen ve Martin
Luther’in de yakın dostu olan Baba Lucas Cranach’tır. Büyük sanatçı, yaşamının
son yılını Weimar’da geçirmiş ve 1553’te burada ölmüştür. Özellikle Protestanlığı kabul eden soyluların
portreleri, dini ve mitolojik konulardaki çok sayıda tabloları ile ahşap oyma
eserleriyle de bilinir.
Weimar’ın benim gönlümde ayrı bir yerde
olmasının başında, tabii ki Johann Sebastian Bach faktörü geliyor. Büyük
besteci 65 yıllık hayatının 9 yılını, 1708-1717 yılları arasında, Weimar’da
saray orgculuğu ve devamında saray orkestrası Konzermeister’lığı yaparak
geçirmiştir. Evlatlarının bir kısmı burada dünyaya gelmiş ve emrinde çalıştığı
soylularla yaşanan bir anlaşmazlık sebebiyle hayatında ilk ve son defa olarak
burada hapis edilmiştir. Her ne kadar tatsız bir dönem olarak görülse de, bu
hapis süreci onda en büyük teori eserlerinden Well Tempered Clavier olarak
bilinen 24 prelüd ve fügün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bildiğimiz kadarıyla
Bach, elinde hiçbir müzik aleti olmadan geçirdiği bu süreçte, kafasında,
bulmaca çözer gibi bu notaları oluşturmuştur. Ancak ne yazık ki Bach’ın Weimar
dönemi eserlerinin pek çoğu yangınlarda yok olup gitmiş!
Weimar yanı zamanda, Alman Edebiyatı’da
Weimar Klasizmi olarak anılan ve Goethe, Herder, Wieland ve Schiller ile doruğa
erişmiş bir akımın merkezini oluşturmaktadır. Bu olağanüstü insanların burada
toplanması sayesinde akıl çağının, aydınlanmanın, doğa sevgisinin, felsefenin
ve bilimin tüm prensiplerini özümsemiştir Weimar. Tabii başta devrin Dükü Carl
Augustus ile onu yetiştiren ve reşit olana kadar ülkeyi yöneten annesi Düşes
Anna Amalia olmak üzere akıllı, basiretli ve açık fikirli yöneticiler, bu yüksek
değerlere sahip insanlar için
kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir fikir yaşamı ortamı
yarattıklarından, küçücük Weimar, Almanya’nın entellektüel merkezine
dönüşmüştür. Örnek olsun! Yine bir tarih vermek gerekirse, 1758-1832 yılları
arası, Weimar’ın düşün ve yazın hayatı bakımından en parlak yılları olarak
kabul edilir ve Altın Devir olarak adlandırılır. Goethe ve Weimar bağlantısı hakkında
ayrı bir yazı yazacağım için bu bölümü
şimdilik burada bırakıyorum.
22 Mart 1832’de Goethe’nin ölümü ile bu
devir kapanır ve Gümüş Devir olarak anılan yeni bir sayfa açılır Weimar’da.
Bunun en ünlü temsilcisi ise, Macar asıllı müzisyen Franz Lizst’tir. Liszt,
1842’de Weimar’a gelir ve saray orkestrasının direktörlüğünü yapar. Gençlerin müzik eğitimine büyük önem veren
tutumu sayesinde, pek çok kurumun başlangıcını tetikler. 1872’de de Almanya’nın
orkestralar için müzisyen yetiştiren ilk müzik okulu olan Franz Lizst Müzik
Okulu, yine onun yetiştirdiği öğrencilerinden Carl Müllerhartung tarafından
kurulur. Bu okul günümüzde bine yakın öğrencisine, müzikle ilgili her konuda
eğitim olanağı sağlıyor.
1860 yılında, Weimar Grand Düklük Sanat
Okulu kurulur. Bu tarih, akademik sanat eğitiminin başlangıcı olarak kabul
edilmektedir. 1902’de Weimar Dükü Ernst tarafından desteklenen Henry van der
Velde Weimar Kunstgewerbeschule’yi kurar. Tamamen yepyeni bir akımın temsilcisi
olmasına rağmen, dükten gelen destek sayesinde, güçlenen Prusya’nın baskılarına
karşı koyarak, burada öğrettikleri ve ortaya koyduklarıyla, farklı bir sanatsal
bakış yaratır. Ancak Belçikalı olması sebebiyle, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra
yaşanan olaylar neticesinde, ülkeden uzaklaştırılan van der Velde, okulun
başına Walter Gropius’u aday göstermiştir. Bu sayede 1919’da Walter Gropius da,
yukarıda adı geçen bu iki okulu birleştirerek, Bauhaus’u kurmuştur. İsim çok,
hikaye çok! Hepsi sanat hepsi akıl fikir insanı!
Ancak Weimar’ın Almanya tarihindeki en
karanlık bölümlerle de ilişkisi var ne yazık ki! Mesela 1. Dünya Savaşı’nı
izleyen yıllarda, dağılan imparatorluk sonrası kurulan cumhuriyetin devamında,
anayasanın sağladığı imkanlar ile, ne yazık ki Nasyonal Sosyalist Parti
güçlenmiş, Hitler belası doğmuştur. Demokrasi’nin nimetlerini diktatörlük için
kullanan liderler her zaman olmuştur, olacaktır da! Weimar bunun en iyi
örneğidir. Yine bununla bağlantılı olarak İkinci Dünya Savaşı, soykırımlar ve
toplama kampları gerçeği de var Weimar yakınlarında. Bunca güzellikten sadece 8
km uzakta, Buchenwald toplama kampının bulunduğunu, her seferinde unutmak
istiyorum! Ve kusura bakmayın ama
yazılarımda, bu kötülüklere yer vermek istemiyorum. Merak edenler varsa,
zaten internette her şeyi bulabilir!
Bence Weimar’da yapılması gereken şeylerin
başında büyük sanatçı ve diplomat devlet adamı Goethe’nin iki evini ziyaret etmek
geliyor. Bu müze-evleri size bir başka yazımda tanıtmayı amaçlıyorum.
Düşes
Anna Amalia Kütüphanesi’ni mutlaka görmeniz gerekir. 1761 yılında
temelleri atlan kütüphane 1766 yılında tamamlanır. Düşes kendine ait 5000 cilt
kitabı da burada yerleştirerek, zamanla daha da zenginleşip 1milyon esere
ulaşacak kurumun ilk adımını atmış. Özellikle Rokoko Salonu ile göz dolduran
ktüphane 2004’te bir yangında büyük hasar görmüş. Neyse ki harika bir
restorasyon sayesinde, hayata döndü ve ziyaretçilerine büyük bir sürpriz
yapıyor.
Şehrin Resim Okulu’na ait eserlerin
sergilendiği Saray Müzesi’ni kaçırmayın! Giriş katında Baba Cranach’ın en ünlü
Martin Luther tablosu da yer alıyor. En az 3 saatiniz olmalı zira saray
beklenmedik bir zenginlikte! Weimar’da yaşamış ünlü sanatçıların isimleriyle
anılan salonları görmek isteyeceksiniz.
Yazar Schiller, besteci Lizst’in müze
evleri, Bauhaus Müzesi, aydınlanma çağının büyük filozof ve din adamı,
Goethe’nin yakın dostu Herder’in vaaz verdiği Aziz Peter ve Paul Kilisesi, Weimar’da kaçırılmayacaklar listesinde yer
alıyor.
Bu kısa yazı sadece bir girizgâh, yapılacak
öyle çok şey var ki! Yolunuz düşerse, emin olun çok seveceksiniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder