Mükemmel Bir Ortaçağ Yapısı: Wartburg Kalesi



Meslek hayatım içinde en sık gittiğim ülkelerin başında Almanya gelir. Özellikle kültür, sanat ve klasik müzik odaklı geziler için son derece zengin olanaklar sunan, her köşesi çok ilgi çekici bir ülkedir Almanya.
Bu yılın ilkbahar döneminde, büyük besteci Johan Sebastian Bach’ın hayatını takip eden bir gezi rotası üzerinde, müthiş şehirler ve kasabalar tanıdık. Ben bu yazımda ise sizlere Bach’ın doğduğu kent Eisenach’a yükseklerden bakan, ormanlarla kaplı dimdik bir tepenin üzerinde adeta bir kraliyet tacı gibi duran, UNESCO Dünya Kültür Mirası Wartburg Şatosu’ndan bahsetmek istiyorum. Ancak, şatoya geçmeden önce, iki üç cümle de Eisenach hakkında etmem gerekir zira bu küçük kent, tarihteki çok önemli iki kişinin ismiyle, kendisine tarihte çok büyük bir yer açmış durumda. Kim bunlar diye soracak olursanız, birincisi Martin Luther ve diğeri de, az önce belirttiğim gibi, Johann Sebastian Bach.
Önce Bach bağlantısını aktarayım:
Johann  Sebastian Bach’ın, kendisi gibi müzisyen olan babası, 1671 yılında, o zamanlar küçük bir prenslik olan Eisenach’a şehir borazancısı olarak gelir.  Burada en yüksek rütbeli şehir müzisyeni konumuna ulaşır. 1685 yılının 21 Mart’ında, Johann Sebastian Bach burada dünyaya gelir ve hayatının ilk yıllarını, anne ve babasını arka arkaya kaybedene kadar bu şehirde yaşar. 10 yaşındayken hem anne hem de babasından yoksundur artık ve dolayısıyla başka bir şehirde yaşayan büyük ağabeyi Johann Christoph’un yanına taşınır. Günümüzde Eisenach kenti, Bach’ın mirası ile büyük övünç duyuyor  ve harika bir müze ile bu büyük insanın hatıralarını yaşatıyor.
Şimdi gelelim, bu yazımızın konusuna: Martin Luther ve Wartburg Şatosu.
10 Kasım 1483’de Eisleben şehrinde dünyaya gelen Martin Luther, adını tarihe teolog, rahip, keşiş, besteci, Protestanlık’ın babası ve Lüteryenlik mezhebinin kurucusu olarak yazdırmıştır. Erfurt’ta hukuk okurken bir yıldırımdan kılpayı kurtulunca, Tanrı’ya şükranlarını sunabilmek için, keşiş olmaya karar verir. Aziz Agustin tarikatına bağlı bir manastıra girip, ilahiyat eğitimi alır ve aynı yıl rahip olur. Manevi eğitiminin en başından itibaren aklına yatmayan her konuyu araştırıp, eleştirmiştir. Bunların başında, günahların affı anlamına gelen papa damgalı endüljans belgeleri gelir.  "Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler" başlıklı, 95 maddeden oluşan bir metin yazıp 31 Ekim 1517 günü piskoposlara gönderir. Endüljans konusundaki vaazlerin teolojik açıdan sağlam bir zemine oturtulmasını ister. Martin Luther bu tezleri üniversitenin bülten panosu sayılabilecek bir yer olan Wittenberg Saray Kilisesi'nin kapısına asar. Sonuçta bu tezler Almanya'da ve komşu ülkelerde Luther'in kendisinin de öngörmüş olmadığı bir hızla yayılınca sadece endüljans satışlarında bir düşüş yaşanmakla kalmaz, bu olay bütün reform hareketinin başlangıcı olur. 
1518 yılında Roma'da Luther'in fikirlerine karşı bir papalık davası açılır. Martin Luther, bu davaların hiçbirini ciddiye almaz hatta İmparator Maximilian onu dinden çıkmış ve sapkın ilan ettiğinde bile bildiğini okumaktan vazgeçmez. Nihayet 5 Haziran 1520 günü Papa X. Leo,  Luther'i bir bildiriyle aforoz eder. Ancak bu belgeyi bu sefer de Luther’in öğrencileri parça parça edip, suya atar. Derken Luther, belki de en meşhur kitabı olan "Von der Freiheit des Christenmenschen" (Hıristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine) isimli kitabını Papa X. Leo'ya yönelttiği bir açık mektupla birlikte yayımlar. Onun düşüncesinin teolojik ve ideolojik temellerini yansıtan bu küçük eserin özünde "Freiheit" (özgürlük) kavramı vardır.

1521 yılında Luther bu sefer de İmparator Şarlken tarafından Worms Kurulu'na ifade vermek üzere çağrılır. Burada verdiği ifade şöyledir:
"Kutsal Metinler ve akıl yoluyla ikna edilmediğim sürece papalar ve konsillerin otoritesini kabul edemem. Zira bunlar kendi aralarında çelişmekte ve benim vicdanım da sadece Tanrı'nın sözüne bağlıdır. Bu sebeple hiçbir görüşümden dönmüyorum çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkar etmesi doğru ve güvenilir olmaz. Tanrı yardımcım olsun".

Ardından Wartburg Şatosu’na çekilip İncil’i Almanca’ya tercüme etmeye başlar. Bu, büyük bir devrimin de son aşamasıdır. Kutsal kitabı kendi dilinde okuyup anlayan kitleler, din adına ya da din kavramı kullanılarak yapılan haksızlıkları görünce, büyük ayaklanmalar yaşanır. Bu ayaklanmalar ve manevi hayatın özgürleşmesi fikirleri, Roma Katolik Kilisesi’nin yaptırımlarına başkaldırılar Avrupa’nın dört bir yanına yayılır. Bu halk hareketleri o güne dek yapılanlara karşı büyük bir Protesto niteliğindedir. Bu sayede Protestanlık doğar. İşte bu olayların başlangıç noktası olarak kabul edilen yer, Wartburg Kalesi’ndeki o küçücük odadır.



Gelelim kaleye:

Ortaçağ’da inşa edilmiş olan Wartburg, Eisenach kentinin güneybatısında, 410 metre yükseklikte konumlanmış, gerçekten çok haşmetli bir kaledir. Adını Almanca dilinde Gözetleme Kulesi anlamına gelen Warte kelimesinden aldığı söylense de, bazı öykülerde başka türlü anlatılır: Kalenin temel taşını 1067’de koyduran Ludwig der Springer, o haşmetli tepeyi görünce, şöyle seslenmiş: Warte Berg! Bekle Ey Tepe! Senin üzerine kalemi inşa ettireceğim! Anlaşıldığı üzere Warte ayn zamanda Bekle anlamına da geliyor. Siz hangisini sevdiyseniz, o versiyonu kullanın…


1999 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak tescillenen yapı, Martin Luther’den önce de, 1211-1228 arasında Macaristan asıllı Azize Elisabeth’e yuva olmuş. Türingen Margravı IV. Ludwig’le evlendirilmek üzere sadece 4 yaşındayken bu kaleye gönderilen, 14 yaşında evlenip, Haçlı Seferleri’ne katılan kocası öldüğünde 20 yaşında dul kalan bu kraliçe, varını yoğunu ihtiyaç sahipleri için harcamış ve hastalara şifa dağıtabilmek için hastaneler inşa ettirmiş. 1231’de, 24 yaşında hayata veda eden bu kraliçe, ölümünden sadece beş yıl sonra Roma Katolik Kilisesi tarafından azize olarak ilan edilmiş.

Kale 13.yyın başlarına kadar Ortaçağ Almanya’sının en önemli merkezlerinden biri olmuş. Hatta o dönemlerde halk ozanlarının arasındaki ünlü şarkı yarışmasının yapıldığı yer de, yine Wartburg Kalesi’ymiş. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra, ünlü Alman besteci Richard Wagner, Tannhauser operasında bu geleneği konu almıştır.

1521 Mayıs’ından 1522 Mart’ına kadar, Martin Luther, papa tarafından afaroz edildikten sonra, güvenliğinden endişe eden kuvvetli idarecilerin yardımı ve telkini ile, Junker Jörg yani Şövalye George adıyla bu kalede kalmış. İşte bu kalış sırasında, sadece 10 hafta içinde, Yeni Ahit’i Eski Yunanca’dan Almanca’ya tercüme etmiş.  Her ne kadar ilk tercüme bu olmasa da, en çok okunanı ve Reform hareketini en çok etkileyeni Luther’in bu tercümesi olmuş.



Kalenin ünlü konukları arasında mutlaka Johann Wolfgang von Goethe’yi saymam gerekir. 1777 yılında, kalede 5 hafta kalan Goethe, kalenin ve etrafındaki bütün binaların çizimlerini yapmış.  Onun önerileri doğrultusunda, kalenin farklı bölümleri bir müzeye dönüştürülmüş. İşte bugünkü ziyaret ettiğimiz müzenin düzenini bir şekilde taa o zamanlarda yapılmış bu çizimlere ve önerilere borçluyuz.

Wartburg kalesindeki en büyük yapı Palas olarak adlandırılan bölümdür. 1157-1170 arasında Romanesk tarzda inşa edilmiştir ve Alpler’in kuzeyindeki dini olmayan en iyi korunmuş Romanesk yapı ünvanını elinde bulundurmaktadır. Palas bölümü kalenin en ilgi çekici ve göz alıcı bölümüdür. Burada orijinal Romanesk tavan süslemeleri ve işli sütunlardan bir kısmının görülebildiği Şövalyeler Odası, Ziyafet Salonu ve Azize Elisabeth’in yaşamından sahneler içeren mozaiklerle süslü, ünlü Elisabeth Odası bulunmaktadır. Sarayın Sangersaal adındaki Şarkıcılar Salonu, ünlü Tannhauser operasının 2. Sahnesinde geçen salondur ve dekorasyonu o devirleri hatırlatan bir şekilde muhafaza edilmiştir.

Kalenin diğer bölümlerinde dolanırken, kendinizi gerçekten de ortaçağa ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. UNESCO da aynı fikirde olacak ki, 1999 yılında, kaleyi, Orta Avrupa Feodal Döneminin Mükemmel Örneği olarak tescil etmiş ve koruma altına almıştır.



Günümüzde Wartburg, bulunduğu Türingen eyaletinin Weimar’dan sonra en çok ziyaret edilen ikinci yeri ünvanını taşıyor. Tepenin üzerinde ormanın içindeki konumuyla her gideni büyülüyor. Bir önceki cümlede adı geçen Weimar’ı merak etmeye başladığınızı tahmin ediyorum  ama bu da bir sonraki yazının konusu olsun,

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...