Düşünen Kadın V / Tuhaf Günler


Tuhaf Günler yaşıyoruz.

Birbirinden acayip olaylar, vurkaçlar, ekonomik krizler, %18,5a varan işsizlik, alçak terörist baskınlar, her gün toprağa verdiğimiz fidan boylu kınalı kuzular, birbirine meydan okuyan siyasiler, arpa boyu bile gidilemeyen yollar...Off Tanrım! Burası benim ülkem işte... Nereye kaçsam? Kime sığınsam? Gidebileceğim hiçbir yerim yok ve sığınacak kimseyi de göremiyorum etrafımda.

Kafamı boşaltmak için kitap okumaya çalışıyorum. Günlerdir gazete ve TV seyretmedim. Sanat'a sığınmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Müziğin bile ışığı söndü...Karamsarım...

Lütfi Kırdar'da "Contemporary Art" sergisi var. Geçen senekinde harika işler görmüştüm ama bu sene içimden gelmiyor...

Emirgan'da Dali...

Heryerde harika konserler...Müzikaller...Bunlar bir yanda. Kimin gönlü var bunlara?

Öte yanda....Kayıplar...Dağlarca'yı yitirdik. Nail Çakırhan'dan sonra devrilen bir çınar daha.

Bir de üstelik saçmanın saçması Ergenekon Davası...Bugün başlayacaktı, şu anda TV'ye bakıyorum, başlamasıyla ertelenmesi bir oldu. Hem de nasıl bir gerekçeyle? Duruşmanın yapılacağı salon küçük gelmiş! Kargalar bile güler...İşin suyu çıksın diye yapılan tuhaflıklara bir de bu eklendi...Nurseli İdiz, Sisi ve muhtemel tutuklu Fatih Ürek! Sulandırma çabalarının en göze batanlarıydı doğal olarak. Kimse ciddiye almasın, olayın magazinel boyutu gerçeklerin önüne geçsin diye yapılan inanılmaz delilikler... Kimbilir arka planda neler döndü o sıralarda. Bakalım bugün başlanacak mı? Hah, şimdi belli oldu, devam edilecekmiş... Hayırlısı...

Diyarbakır kaynıyor. Sanki bizim topraklarımız değil artık...Başbakan, bugün komşu bir ülkeyi ziyarete gider gibi gidiyor oraya ve Dicle Üniversitesi'nin açılışını yapacakmış. Oysa Diyarbakır başta olmak üzere tüm doğu gerilmiş durumda; kent merkezinde çöpler toplanmamış, esnaf kepenk kapatma eyleminde...Sebep: Öcalan'a kötü muamele gerekçesi... Yaramızı kaşıyorlar... Bölündük... Kamplara ayrıldık. Bundan en fazla 30 sene sonra bildiğimiz Türkiye'nin kalmayacağı neredeyse kesinleşti.

HAMDOLSUN edebiyatı ile %47 almış bir hükümet başta... Herşey SÜPPEERRRRR...Ben körüm, görmüyorum. Kabahat bende...Benim gibilerde...Yoksa koca başbakan yalan söyler mi? Demek ki herşey yolunda...

Frankfurt Kitap Fuarı bitti. Gazetelere bakıyorum; kimine göre bir başarı öyküsü, kimine göre pespayelik tablosu. Kime inanalım? Kendi gözlerimle görmedim ki? Orhan Pamuk'a yine gıcık olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Konuşmasında son derece haklı noktalara değinmesine rağmen, sürekli bir ezilmiş-itilmiş-kakılmış kahraman edasıyla ortalarda dolanmasını ve acı çeken memleketimi ona buna şikayet etmesini son derece yakışıksız buluyorum. Onun gibi NOBEL almış, tescilli bir yazardan başka şeyler beklerim, beklerdim...

Offff... Aklımda Dağlarca'nın sevgi sözcüklerinden birazını aktarmak vardı ama bakın neler oldu. Bir dokun, bin ahhh işit.

Geçen Cumartesi, şehrin gerginliğinden kaçmak için şahane bir fırsat yakaladım: FEST'in Kınalı ve Burgaz'ı kapsayan harika bir gezisine katıldım. Rüzgarlı ve puslu bir günde adaların en tepelerinde yer alan manastırlara tırmandık. Henüz tam iyileşmemiş olan dizim, isyan etmedi değil ama ruhum öylesine arındı ki, anlatamam. Adalar, başka diyarlar... Mutluluk veriyorlar bana. Bütün bu tuhaflıklara rağmen, içim orada huzur buluyor, nabız atışlarımın yavaşladığını hissediyorum.
Bari sonsözü Dağlarca'ya bırakayım da içimiz açılsın.

Bugün toprağa verdiğimiz büyük şairin ebedi yatağı ışıklarla çevrelensin, melekler yol göstersin sonsuzluğa yolculuğunda...


Havaya da yalıma da ağaca da benzer ama

En çok suya benzer

Sevgimiz.


Morluğun acısı var sonu yok

Karışır yaşamımıza

Kendiliğinden.


Herkes ölünce toprak olurmuş

Hayır hayır

Bizim su olacağımız besbelli.



Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...