Meditasyon... Yapmak ya da yapmamak...





Dün uzun bir dönüş yolculuğundan sonra nihayet eve vardığımda, çok yorgun ama yine de çoook mutluydum. Zorlu bir gezi daha ardımda kalmış, ben FEST'e ve bana güvenen 30 kişiyi, dünyanın en az gidilen bölgelerine götürüp, gezdirip, sağ salim geri getirmiştim, 15 gün sonra...Az buz değil! Yarım ay! Senenin 1/24'ü... Zamanın kıymetini bilenlere, yarım yıl gibi...Bazen insan en sevdikleriyle geçiremiyor bu kadar uzun zamanı...


Neler neler gördük! "Bizim" zaman boyutumuzun geçerli olmadığı tapınaklar, manastırlar ve bozkırlardan geçtik. Kapısından içeri adım attığınızda, içine, hem yüzyıllardır edilen duaların uçuran enerjisi hem de her yanda yakılan yak kandillerinin geniz yakan kokusu sinmiş, gözyaşartan benzersiz tapınaklar gördük. Uçurumlar, kayalıklar, derin vadiler, kutsal göller, karla kaplı zirveler, beklenmedik anlarda karşımıza çıkan ıssız köyler, dağlardan neredeyse yuvarlanarak inen koyun sürüleri, 4000 metrenin üzerinde olduğumuzu hatırlatan yaklar ve onların güneşten kararmış suratları ama pırıl pırıl gözleriyle tuhaf şapkalı çobanları... Galiba ben Tibet'çiyim... Pagan yönüm orada ortaya çıkıyor. Dağları, bulutları, turkuvaz gökyüzünü ve bütün bunların durgun göllere yansımasını seyrederken kendimi kaybediyorum, kendimden geçiyorum.


Bu turda, gün içindeki anlatımlarımı yaparken, söz haliyle dönüp dolaşıp meditasyona geliyordu. Meditasyon nedir? Nasıl yapılır? Nereye gidip, kimden öğrenmek gerekir? Ben yapıyor muyum? Neler hissediliyor? İşte bütün bu sorular benim Asya'nın mistik bölgelerine yaptığım seyehetlerde, ylcularımın bana sordukları şeylerin başında geliyor. Tabii ben bu konularda ahkam kesecek kadar "otorite" sahibi değilim. Sonuçta ben ne bir guruyum, ne bir üstad... Ben bu coğrafyaları iyi bilen, buralarda uzun vakit geçirmiş ve seneler önce, daha Türkiye'de bu tip felsefelerin esamesi bile okunmazken, ya da daha doğrusu sadece çok çok küçük topluluklar tarafından bilinirken, ben topladığım kitapları okumuş, araştırmış ve hatta Varanasi Hindu Üniversitesi'nde konu hakkında açılan derslere katılmıştım. Yani ben, insanların şu anda geniş kitleler halinde üzerinde yürüdükleri otobandan, tek başıma, otoban henüz patika halindeyken yürümüştüm. Bir kaç adım öndeyim birçoğundan. Bunun farkındayım...


Peki meditasyon nedir?


Bir kere meditasyon ne değildir oradan başlayayım: Meditasyon transa geçmek değildir. Kendini kaybediş değildir. Etrafındaki hiçbir şeyin farkında olmamak değildir. Uçup gitmek değildir. Belki bütün bunları yaşayan da vardır ama meditasyon "sadece" bunlar değildir. Meditasyon kafa boşaltmak değildir. Hipnoz değildir. Kendi kendine telkin değildir. Uykuya dalmak değildir.


E peki o zaman nedir?


Ben size kendi deneyimlerimden yola çıkarak "olayı" anlatmaya çalışacağım.


Meditasyon aslında kimileri tarafından "derin düşünme" olarak açıklanır. Sanırım bunun sebebi kelimenin latince kökeninin bu anlama gelen "meditare" olmasıdır. Oysa bazıları bana şunu sorar: Hani düşüncelerimizi boşaltmamız gerekiyordu? O zaman nedir bu derin düşünme? İnsanlar haklı. Kimileri çıkıp kafanızı boşaltın diyor, kimileri de çıkıp derin düşünün diye tutturuyor. Perhiz ve lahana turşusu ilişkisi gibi oluyor biraz bu şekliyle bakıldığında. İnsanların kafası karışıyor. Oysa ortada kafa karıştıracak en ufak şey bile yok. Sadece kavram kargaşası...Laf salatası... Doğuda, yani meditasyonun öz topraklarında kimse meditasyon kelimesini kullanmıyor ki...Herbirinin verdiği isim farklı. Yapılan şey aynı... Dur, otur, kapa gözünü, dön içine bak. Kolay gibi geliyor yazıp okurken ama bir de yapmayı deneyin bakalım. İşte o kısmı o kadar kolay değil. Neden mi? Bir kere hepimiz habire birşeyler yapmaya kodlanmışız. Hiçbir şey yapmadan oturmanın ne demek oduğunu unutmuşuz. Elimizdeki işle uğraşırken bile gözümüz, kulağımız başla işlerde. Yemek yerken televizyon seyrediyoruz, eve gelir gelmez ses olsun diye müziği ya da haber kanallarını açıyoruz, kitap okurken bile fonda "basso continuo" başka şeyler, tuvalete en doğal bedensel işlevimizi yerine getirmeye giderken bile elimizde gazete ya da dergi... Aman haa! Kendi iç sesinle kalma sakın! Kendi kendine kalma! Doldur sessizliği başka şeylerle, başka gürültülerle, bakma içine sakın, ne göreceğini bilmiyorsun ya, o zaman bakma, görmezlikten gel. Hangimiz yaptığımız işle uğraşırken sadece o işe konsantre oluyoruz ki? Hadi onu bıraktım, hangimiz içinde yaşadığımız anın farkında olarak geçiriyoruz anlarımızı? Aklımız ya artık bitmiş olan geçmişte, ya da gelip gelmeyeceği bilinmeyen gelecekte. Oysa farkında değiliz ki sahip olduğumuz yegane gerçeklik içinde yaşadığımız şu anda, şimdi! Ömürlerimizi bu şekilde tüketip, tek gerçekten sahip olduğumuz şimdimizi kaybediyoruz, kaçırıyoruz. Meditasyon şimdidir. Şu andır...Bunu hatırlatır, bilip de unutmuş olan insana, öğretir bilmeyene.


Biliyorum, tamam anladık da, nasıl yapılır bu şey diyorsunuzdur? Bence zaten sorunun kendisi son derece saçma. Ama soruyu soranın kabahatı değil ki bu! Herşeyi 2x2=4 şeklinde formüle eden bir yaşam tazının ortasında kıvranıp duran cahil ruhlarız bizler. İstiyoruz ki, herşeyin ama herşeyin bir formülü, bir yazılı kullanım kılavuzu, bir İkea montaj tablosu, çıt deyince çevrilen bir anahtarı olsun. Sadece otur ve kendinle kal dediğim zaman, insanlar boş gözlerle bakıyorlar, sanki dünyanın en olmadık şeyini söylemişim gibi... Aslında benden isteneni biliyorum: Lotus pozisyonunda otur, nefesini say, kutsal mantranı içinden tekrarla, bir ışık hüzmesi olduğunu ve göklere doğru daha büyük bir ışığa doğru uçtuğunu hayal et, mum alevine bak, Guru Bilmemkim' in fotoğrafında sana dikili gözlerine bak, akan enerjiyi hisset...İnsanlar benden bunu istiyorlar, bunu dememi istiyorlar, belki de bunları duyup, "amaaaan canım ne saçma şeyler" ya da "ben zaten bunları yapamam ki" deyip kaçmanın fırsatını kolluyorlar. Oysa meditasyon bunların hiçbiri değil! Siz bakmayın bir sürü meditasyon derneği, kursu, ashram kılıklı yerlerin okudukları martavallara... Sadece DURUN ve OTURUN!


Ben seneler önce Transandantal Meditasyon (TM)ile tanıştım. Sağolsun, çok sevdiğim rehber arkadaşlarımdan biri bana bunu ilk kez anlatmıştı. O zamanki cahilliğimle bunun ne olduğunu ya da olmadığını tam kavrayamamıştım ama yine de içimde bir merak uyanmıştı. Sonra aradan seneler geçti ve ben Hindistan'a gittim, Nepal'e gittim. Sonraları konuyla ilgili okumalar yapmaya başladım. Himalaya havzasındaki değişik yöntemleri tanıdım. TM tekniğini almak için İstanbul Taksim'deki merkeze gittim. Çok iyi bir öğretmenden tekniği ve mantramı aldım. Sonraları Raja Yoga tekniğiyle tanıştım, kardeşimin kaybını atlatmamda çok faydasını gördüm bu ikinci tekniğin. Sonra O teknik benim, bu teknik senin öğrenmeye başladım ama bütün bu öğrenme süreci içinde şunu farkettim: Bütün teknikler, en iyinin kendisi olduğu iddiasındalar. Bu bile bir yarışa döndürülmüş bir şekilde. Bazıları, bazı merkezler tam bir para tuzağı...Bazı merkezlerde insanlara abuk sabuk şeyler söylenip, insancıklar korkutuluyor. Aman haa, yanlış mantra insanı intihara bile sürükler falan gibi inanılmaz derecede kötü, olayın ruhuna tamamen ters şeylerle insanlar etki altında bırakılıp, içeriye bağlanmak isteniyor. Hepsini bıraktım tabii ki...


Şimdi vardığım nokta şu:


TM tekniği benim için en pratik meditasyon şeklidir. Oradan öğrendiğim teknik, ihtiyaç halinde bana müthiş faydalı oluyor. Onların önerdikleri şekliyle günde iki kere sabah akşam yirmişer dakika uygulasam eminim çok daha fazla faydası olur. O zaman belki "ihtiyaç hali" bile doğmayacak ama bende o kadar iç disiplini nerdeeee?


Peki nasıl oluyor?


Rahat bir koltuğa ya da sandalyeye oturuyorum. Özel bir pozisyon almaya çalışıp, vücuduma kramplar sokmuyorum... Eğer geçen günlerdeki gibi güzel bir tapınaktaysam, sırtımı bir sütuna dayayıp, bağdaş kuruyorum. Sonra yavaşça gözlerimi kapatmaya çalışıyorum. Hemen kapanmıyorlar ama yine de deniyorum. Sonunda kapanıyorlar. Sonra TM merkezi tarafından verilmiş olan mantramı aklıma getirip, içimden tekrarlamaya başlıyorum. Bu anahtar gibi bir şey işte... İçimden bu mantrayı tekrarlarken, aklıma yavaş yavaş başka düşünceler gelmeye başlıyor. Son derece dünyevi şeyler üstelik: Ütüyü prizden çekmiş miydim, yarın kredi kartı ödememin son günü, dip boyam geldi, son zamanlarda kilo aldım, akşama ne pişirsem v.s... Sonra bu düşüncelerin aklınıza üşüştüğünü farkettiğiniz anda tekrar mantranızı tekrarlamaya dönüyorsunuz. Bir süre sonra yeniden düşünceler beliriyor ve siz mantranızı bir kaybedip bir buluyorsunuz bütün bu karmaşa içinde. Fakat bütün bunlar olurken aslında ne yapıyorsunuz? Hiçbir şey yapmadan sadece oturuyorsunuz...


Hayatınızda hiç, hiçbir şey yapmadan, sadece kendi kendinizle, 20 dakika oturdunuz mu? O kadar muhteşem bir şey ki! Bütün bu anlattığım düşünce-mantra çekişmesi içinde bile, nefes alışınız yavaşlıyor, omuzlarınızdaki gerginlik gidiyor, hele hele biraz ileri gidebilmişseniz o zaman yenileniyor, tazeleniyorsunuz. Geçen hafta tur sırasında, yüksekliğin de etkisiyle hem çok yorgun hem de uyusuz geceler geçirdim . Gün ortasında, bir tapınakta yaptığım 15 dakikalık oturmalar bile bana enerjimi tazeleme fırsatı verdi, günün geri kalanını aynı tempoda tamamlayabildim bu sayede...


Tabii bir de işin ruhsal boyutu var... Bütün bu kendi kendinizle başbaşa kalmalarınız, zaman içinde düzenli hale gelebilirse, o zaman ulaşabildiğiniz şeyler bambaşka. Ama sakın bu hale öyle pat diye ulaşabileceğinizi zannetmeyin. Meditasyon anlarında, kendinizi beden ve onun içindeki bilinçli varlık olarak algılıyorsunuz. Yani normal şartlarda farkında olmadığımız beden/ruh ilişkisini farkediyorsunuz. Bedeninizin, ruh olarak adlandırılan, aslında sizin özünüz olan bilinçli varlığınız tarafından, kabuk olarak kullanıldığını farkediyorsunuz. Bu hem korkutucu bir an hem de olağanüstü huzur verici bir deneyim. Ben ilk kez kendimi zarf/mazruf ilişkisi içinde hissettiğim zaman kalbim duracak sanmıştım. Hayatımda ilk kez, kendimi bedenimden ayrı şekilde deneyimlemiştim.


Genellikle kendimizi, aynalarda gördüğümüz bedenle tanımlarız. Biz O'yuzdur. Ama meditasyon sırasında, bunun aslında hiç de sadece öyle olmadığını farkettiğiniz anlar vardır. Siz aslında o bedenin içindekisinizdir. Ruhsunuzdur. Dünyevi bedeni şimdilik bir zırh, bir kabuk, bir giysi olarak kullanansınızdır. Zamanı gelince de, tıpkı eskimiş, yıpranmış bir elbiseyi bir kenara birakır gibi, o BEN diye tanımladığınız bedeni terkedip, yenisine gideceksinizdir. Bunu farkettiğiniz AN, hayatınızın en korkutucu anı olabilir. Ben kendi yorgun bedenimi, kuşbakışı, karanlıkta bir sandalyede otururken gördüğüm bir akşam meditasyonu sırasında bu korkuyu yaşamış ama aslında RUH olduğumu farkedince, içime yayılan sıcaklığı ve mutluluğu sonra anlatacak kelime bulamamıştım. Evet...Bedenimizi, ya da bir ömür boyu kendimiz sandığımız kabuğu, bedensel gözlerimiz sayesinde hep belli açılardan görmeye alışkınızdır. Aynadaki yansımalardan, sağdan soldan, çekilen fotoğraflardan... Ama hangimiz bedenini kendi gözleriyle yukarıdan, kuşbakışı seyretmiştir ki? Buna alışkın değiliz işte! İşte o sırada bedenden azad olan ruh, kendi saf bilinciyle, bambaşka algı açılarıyla önümüze serer dünyayı... İnsan ilk defa bambaşka açılar, boyutlar ve durumlar olduğunu farkeder. Ya korkar ve bu kapıları bir daha açılmamak üzere kapar ya da kendi özüyle tanışıp, onunla daha yakın/başbaşa zamanlar geçirmek için bu yolda ilerler. İşte meditasyon size bu algı kapılarını açar. Bu kapıları açık ya da kapalı tutmak sadece sizin seçiminizdir artık. Bu farkındalığı başka yollarla da bulabilirsiniz. Önemli olan ŞİMDİ'nin içinde yaşayabilin.


Tibet dönüşünde, saat farkından dolayı saat 04.30da uyanırsanız, işte böyle deriiiiin konulara girer kalırsınız. Aslında yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki! İnsanlar koca koca kitaplar yazıyorlar bunun için, hafta sonu seminerlerine gidiyorlar, olmadı dünyanın bir ucuna, çuval dolusu paralar dökerek o ashram senin bu manastır benim gezip duruyorlar...Gerek yok bunlara...Durun, gözlerinizi kapatın ve OTURUN! Hiçbir şey yapmadan OTURUN! ÖZ'ünüzle tanışacaksınız...

1 yorum:

lumiere dedi ki...

Psikiyatrist Mustafa Merter: İnsan ruhuyla oynanmaz!
http://lumiere571.blogspot.com/2013/09/psikiyatrist-mustafa-merter-insan.html

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...