Düşünen Kadın III

Bugün takvimlere göre, yaz bitti ve sonbahar başladı. 21 Eylül...Geceyle gündüzü eşitledik, artık önümüzde hüzünlü, gözleri yaşlı bir güz mevsimi uzanıyor. Yine de sonbaharı severim. Ama ben zaten hangi mevsimi sevmem ki? Hepsinin ayrı bir güzelliği vardır, değil mi?
...............................................................

Artık ada günlerimiz bitti ve şehre döndük. Dün harika bir FENER-BALAT turu yaptım. Peşimdeki 40 kişiyle birlikte, Ayvansaray'dan başlayıp, Cibali' ye kadar, sokak sokak gezdik. Dilim kocaman oldu konuşmaktan ama değdi doğrusu! İstanbul o kadar büyük ki, her köşesini tanımak, bilmek neredeyse imkansız ki ben yine de ortalamanın üstünde bir profil çiziyorum açıkçası. Rehberlik mesleğinin getirdiği bazı avantajlar sayesinde, yaşadığım kenti daha fazla gezip, araştırma şansım oluyor. Açık konuşmak gerekirse, alışılageldik rehberlik düzeninde yani yabancı klasik gruplara rehberlik yaparken, İstanbul'u bu denli iyi tanımıyordum. FEST' le birlikte Türk gruplarına da, kültür turlarında rehberlik yapmaya başlayalı, hem İstanbul'u hem de dünyayı daha "iyi" tanır oldum. Yabancılık çekmiyorum artık hiçbir yerde. İki gün sonra yollara düşüp Butan ve Tibet'e gideceğim ama bu artık benim için Eminönü' ne geçmek gibi bir şeye dönüştü...Ne şanslıyım!!! Çocukken hayalini kurduğum yegane şey buydu işte...
...............................................................
Bu arada okumalarım devam ediyor. Enis Batur kitapları baş köşede haliyle. Ada Defterleri, son haftalardaki ada yaşantımla neredeyse birebir örtüştü. Suya Seng' deki denemeler içinde çok çok güzel ve aydınlatıcı parçalar yakalıyorum. Altı çizilerek ve not alarak okunacak kitaplardan.
................................................................

Bugünün tartışma konusu mutluluk oldu: Galiba Adam Fawer' ın Türkiye'de 30 baskıdan fazla yapmış olan kitabı Olasılıksız'ın da etkisiyle, Şebo attı ortaya bir konu, sabah başladık konuşmaya, gece saat 23.00 oldu, hala tartışıyorduk. Neyse, ortaya çıkan sonuç aşağı yuları şu oldu: Mutluluk, en az mutsuzluk halidir... Yola şuradan çıkıyoruz: Ortada zaten genel bir mutsuzluk hali var. Herkes ama kim olursa olsun herkes, sürekli bir şeylerden yakınıyor, birilerine kızıyor, hayal kırıklıklarına uğruyor, canı acıyor, hastalanıyor, yani hiç kimsenin durumu dört başı mamur değil. Demek ki genel bir mutsuzluk zaten mevcut! İşte bütün bu ahval ve şerait içinde, her kim ki en az mutsuzluk yaratan şartlarla çevrilidir, o kişi mutludur... Kısacası, hiç kimse yüzde yüz mutlu değildir. Salt mutluluk yoktur... Aşk ki insanın ayaklarını yerden en çok kesendir, o bile pamuklara sarıp sarmalamaz kimseyi...Zaten Aragon ne demiş? Mutlu aşk yoktur! Benim aklıma ise mutluluk denince, Livaneli' nin Mutluluk kitabından uyarlanmış sinema filminin bir sahnesi gelir hep...Hani o herşeyini, tüm zenginliklerini, şaşalı hayatını, entelektüel ama sahte gülücüklü kalabalıkları ardında bırakıp da, teknesiyle o koy senin bu liman benim gezen İstanbullu profesörün, bir sabah, gün doğarken, çırılçıplak soyunup, masmavi denize balıklama daldığı sahne var ya, işte o sahne... Mutluluk böyle bir şey olmalı gerçekten... İnsanın çırılçıplak kalıp, maviliklere atlaması... Sahteliklere metelik vermeyip, hayata balıklama dalması... Orhan Pamuk' un Masumiyet Müzesi' nde de vardı bazı mutluluk tarifleri. Mesela: Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca. Bunu da konuştuk gün boyunca... Bu da fena bir tarif değil açıkçası... Bir de şu cümle vardı ki, tespitin doğruluğuna diyecek yok: Aslında kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez.
...............................................................

Sonbahar başladı. İşte yapılacaklar:

  • Tibet dönüşü Dali' ye gidilecek. O güne dek kalabalıklar biraz azalır. Sergi 20 Ocak'a dek sürüyormuş.
  • Sahaflardan Enis Batur' un Acı Bilgi' si, Baudalaire'in Paris Kasveti ve Varlık yayınlarının bazı eski kitapları bulunup alınacak.
  • Dağınık halde, bir kısmı orada bir kısmı burada duran bütün kitaplarım, bir kütüphanede toplanacak.
  • Doğumgünüme kadar bütçe ayrılacak ve kendime hediye için seçtiğim Louis Vuitton çanta alınacak...Biliyorum bunu söylemek, memlekette bunca sorun ve yaşam güçlüğü çeken milyonlarca insan varken çok ayıp ama kimse kusura bakmasın, insan bir kere 40 yaşında oluyor ve kendisine hediye vermesi de en doğal hakkı... Bırakın kendimi bari BEN şımartayım yaa:)))
  • Heybeli' de yaz kış oturulacak bir daire/ev bulunacak. Her ne olursa olsun, adaya daha sık gidilecek.
  • Mor renkli bir kasket/şapka alınacak ve böylece "modaya uyulacak". Bin tane mor eşya ve giysimin olduğunu düşünürsek, bu pek de sıradışı sayılmaz aslında.
  • Krep yapmak öğrenilecek. Biliyorum ki hiç de zor değil ama gelin görün ki bunu beceremiyorum bir türlü...
  • Borusan Filarmoni ve İstanbul Devlet Senfoni orkestralarının konserleri başta olmak üzere, şehirdeki müzikal etkinlikler takibe alınacak. İş Sanat' takiler de araba yok diye üşenilip atlanmayacak.
  • Yazı ve resim işlerine daha fazla zaman ayrılacak. Her gün kısa da olsa bir parça yazılacak, bir eskiz ya da bir desen çizilecek.
  • Ufak şeyler dert edilmeyecek, sayfalar çevrilecek, gidenlerin ardından ağlanmayacak, yola koyulunacak ve dünya dönmeye devam edecek.

...............................................................

İşte böyleeeee...

Sonbahar hepimize uğurlu gelsin. Güzel bir mevsim olsun ve hepimiz huzurlu olalım.




1 yorum:

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Krep tarifi: 2 yumurta, 1 su bardagi un, 2 su bardagi sut, 1 caykasigi tuz, 1 corba kasigi sekeri karistir, her seferinde tavayi tereyagla! 1 kepce tavaya dok söyle tavayi cevir alt-ust etmeden ustunde akiskanlik kalmasin!

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...