Balkanlar Öncesi Heybeli

Valizim hazır, az sonra yatağıma uyumaya gideceğim. Önümüzdeki bir ay, evde geçireceğim gün sayısı galiba sadece dört ve ben şimdiden evimi, henüz bir yerlere gitmemiş olmama rağmen özlemiş durumdayım. Bu son bir hafta öyle yoğun, öyle keyifli geçti ki, sürekli İstanbul'da kalıyor olsam, eminim ki bu denli dolu dolu yaşayamazdım. Oysa, yaşadığım hayat şeklinde, şehrimde geçirdiğim günler sayılı olunca, her saat kıymete biniyor. Buradaki her günümü de arkadaşlarıma adıyorum, harika oluyor.
Bu sene İstanbul'da harika bir bahar oluyor; bilmem acaba siz ne dersiniz? Her yer yemyeşil ve taze görünüyor. Bol bol yağan yağmurların da payı yok değil tabii ki... Hava kuzeyli rüzgarlar sayesinde bunaltmıyor, hem de pus iyice dağıldığı için, pırıl pırıl. Bugün baharın en güzel yaşandığı yerlere uğradım. Öğle yemeği için Büyükada ve ardından da az şekerli bir kahve ile tavla keyfi için Heybeli... Heybeli'ye epeydir gitmemiştim, çok özlemişim. Hemen Denizatı'na gittim tabii ki ve İstanbul'daki en iyi kahveyi orasının yaptığına bir kere daha ikna oldum. Bir yandan da gözlerim Enis Batur'u aradı sağda solda. Belki sezonu açmış, gelmiştir adaya diye bakınıp durdum çevreme ama yoktu. Belki de henüz gelmemiştir...
Geçen sene Didi ile yaşadığımız ada günlerini hatırladım özlemle. Aslında hayatımın en zor zamanlarıydı onlar ama yine de çok güzellermiş her şeye rağmen. Didiciğimle beraber bir ağlıyor bir gülüyorduk. Arada Şebo ve Saadet de geliyordu ve hayallere dalıp dalıp gidiyorduk. Denizatı'nda, eğer üç kişiysek "3-5-8", yok eğer dörtlemişsek kadroyu "okey" çeviriyorduk. Öbek öbek ayçekirdeği de cabası oluyordu. Bazen tek başıma adaya gidip, Denizatı'nda saatlerce oturup ders çalışıyordum. Gelip giden gemileri seyrederek hesaplıyordum geçen saatleri. Bazen de arka taraflara yürüyordum sessiz sessiz, kafamın içinde tonlarca düşünceyi ve asla yitirmediğim umutları evirip çevirerek. Verilmiş sözleri düşünüp, onlara saf saf inanıp, mutlu oluyordum kendi kendime. Asla gelmeyecek Godot'yu bekliyormuşum ama bunu o zaman bilmiyordum ki... Üzerinden epeyce zaman geçti, Godot'nun gelmeyeceği kesinleşti, verilmiş olan sözlerin kocaman birer yalan olduğu ortaya çıktı ve yaşam bambaşka bir yöne doğru akmaya başladı. Uzun süre düştüğüm yerden kalkamadım, nefes bile alamadım ama sonunda geçti ve bu fırtınaların üzerine, ilk Heybeli'mi yaptım bugün. Aslında hüzünlü oldu adaya dönüşüm. Yalnızdım, üzerinde hayal kurulacak sözler ve vaatler de yoktu artık ve ben bir senede en az on yaş büyümüştüm. Herşeyden daha da önemlisi Diren de başka bir şehre taşınmıştı ve adamız onsuz daha da yalnız, sanki öksüz kalmıştı. Yine de ilk sızıyı attıktan sonra bol köpüklü kahvemi yudumlarken, şöyle bir arkama yaslandım, derin bir nefes aldım, her ne olursa olsun içimde bir yerlerde hala taze duran özlemi iteleyip, denizin ve gökyüzünün mavisine saldım kalbimden göçen martıları... Herşeye rağmen yine de şükran duydum sahip olduklarım için ve adaya bir kez daha aşık oldum.

Yarın, Kosova, Karadağ, Arnavutluk ve Makedonya'dan geçecek bir tura gidiyorum. Yaklaşık 9 gün sonra görüşürüz.

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...