Ilgaz Dağı Duman Duman...

Ilgaaaz, Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısıııınnnn....
Çocukluğumuzda hepimiz en az bir kere bu şarkıyı dinlemiş, ya da söylemişizdir, değil mi? Sizi bilmem ama ben okul korosunda olmamın da etkisiyle, sık sık söylemiştim. En sevdiğim bölümü de "Yalçın Kayalıkların Göklere Yükseliyor" kısmıydı. Nedense?!
Evet arkadaşlar, şu anda Ilgaz'dayım. Pürlen iki gün önce, kaptı beni, attı arabaya ve uçurdu buralara. Yol pek keyifliydi... Direksiyonda Pürlen'in eşi Selim vardı ve bana düşen tek şey, ön koltukta oturup, harika müzikler eşliğinde, muhteşem kış manzaralarını içime çekmekti. Bu sırada Pürlen, arka koltuğu kendine kamp alanına dönüştürmüş, uyuyordu. Son zamanlarda çok çalıştığı için, inanılmaz yorgun düştü zavallıcık. Bu tatil ona da çok iyi gelecek şüphesiz.
İstanbul Ankara otoyolundan Gerede'de ayrıldık ve Kastamonu istikametine devam ettik. Aslında daha kısa bir yol daha olmasına rağmen, biz daha uzun olan Karabük-Kastamonu üzerinden geçerek geldik buraya. İyi ki de öyle yapmışız, çünkü özellikle İğdir-Kastamonu-Ilgaz hattındaki manzaralara bayıldık hepimiz. Karabük'ten geçerken, Kardemir'in görünümü tüyler ürpertici geldi. Homurdanan, tıslayıp toslayıp alevler püskürten, dumanlar saçan postmodern bir canavara benziyordu dev tesis. Bir de harika bir çorba adresi keşfettik: Eskipazar'da Petrol Ofisi içindeki kamyoncu lokantasında uzun zamandır içtiğim en güzel Ezogelin çorbasına denk geldim. Malzemeden çalınmamış, kıvamlı... Misss...Pul biberi de basınca, tadından yenmez hale geldi iyice. Pürlen de hemfikirdi. Selim ise mercimek çorbası içti, o da güzelmiş...
Yollar açıktı, kar kış bastırmış ama geçmiş gibiydi. Sadece Ilgaz Milli Parkı'na girerken, lastiklere paletleri taktık ve otele kadar geldik rahatça. Öyle zincir mincir uğraşmaya gerek yok. Paletleri geçiriveriyorsun tekerlere, bir de göbeği var, klik diye kapanıveriyor. Süper pratik...
Kaldığımız otel Ilgaz Mountain Resort. Zaten burada başka yer de yok galiba. Adının sonuna Resort kelimesini takıp 5 yıldız alan şıkırdım sonradan görme yerlere acayip gıcık olurum hep ama burası o gıcık yerlerden değil. Mütevazı, ağırbaşlı ve esas olduğundan başka bir şey olma gayretinde değil. Neyse o! Gelenler de buna uygun; gösteriş peşindeki yeni zengin avam kitle değil. Yani en azından benim şimdiye kadar rastladığım insanlar bende bu etkiyi yaratmadılar. Hele yılbaşından sarkan kalabalık dün dönüşe geçince, otel iyiden iyiye bize kaldı desem yeridir.
Şimdi ise kar raporunu veriyorum:
Dün başlayan kar yağışı hala durmadı. Şu anda en az bir metre kar var. Kar temizleme araçları ana yolu temiz tutmak için durmadan çalışıyorlar. Dün hava çok rüzgarlıydı ama bugün o deli esinti kesildi ve yağan kar adeta bir tül gibi örtüyor herşeyi. Soğuk değil! Ya da hissedilmiyor kuru soğuk olduğu için ama saçaklardan sarkan üç metreye ulaşan buzdan kılıçlar bunun aksini söylüyorlar. Dev çam ağaçlarının üstündeki karların görüntüsü, beni deli etmeye yeter de artar bile. Sis ve kar aşağıdaki tüm vadiyi kapatmış durumda. Normalde oturduğum yerden büyük pistin bulunduğu tepe görünmeli ama görünen hiçbir şey yok. Herşey bir bulutun içine saklanmış gibi.
Dün küçük piste yürüdük. Küçük ama çok sevimli bir kafeterya yapmışlar. Tam orta yerinde kuzine vardı ve bir de devvv soba. Üstünde çay demleniyordu ve giderken de kestane kebap yapıldığını gördük. Hatta bir iki tanesini elimize tutuşturdular, "sıcak sıcak yersiniz yolda" dediler. Ama oranın ennnn önemli keşfi fırında patates oldu bizim için. Dilimler halinde fırın torbasına konup, yumuşacık pişirilmiş ve üzerine de biraz tereyağı konuşmuştu servis edilirken. Eğer dadanırsak, feci olur...
Şimdilik bu kadar. Hemen gidip çorba içmemiz lazım. Geri kalanını daha sonra yazarım...

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...