Paris'te Bahar ve Düşündürdükleri



Bu hafta sonu Paris' te çok mutlu biri vardı: BEN! Paris genel olarak insana mutluluk, huzur ve neşe veren bir kent ama bu hafta sonu eminim ki oradaki milyonlarca insanın içinde en ayakları yerden kesilmiş olanı bendim. Havadan mıydı acaba? Yoo, sanmıyorum. Hava buradakinden farklı değildi, hatta daha da soğuk ve yağmurluydu. Bayram seyran falan da değildi üstelik ama ben hayatımın en güzel günlerinde ikisini geçirdim orada. Belki de yalnız olmak iyi geldi, yanımda ve ardımda kimse olmadan, kimse soru sormadan, kimseye bir şeyler anlatmadan, sadece kendimle başbaşa olarak uzuuuuunnnnn yürüyüşler, kafelerde soluklanıp yazı yazmalar, her gece konserler ki bu konuya ayrıca değineceğim, bir tam günü tam da hayal ettiğim gibi sabahtan akşama Musee D'Orsay' de geçirmeler... Herhalde buydu! Kendimle olmak!

Kıskançlığımdan çatladım Paris' te... Her yer binlerce turist kaynıyordu. Dünya Paris'e akmıştı sanki. Pazar sabahı Musee D'Orsay' in önünde uzayan kuyruğu burada tarif etmem mümkün değil, hele Louvre' u hiç anlatmayayım. Cumartesi gecesi Quartier Latin' de metrekareye düşen turist sayısı o denli yoğundu ki, kaçacak deliği zor buldum. Buna rağmen, o alışıldık turist rotasının dışına çıktığınızda, bir anda şehir kabuk değiştiriyor ve içinize işliyordu. İşledi...

At kestaneleri yavaş yavaş yapraklanmaya başlamıştı, bir aya kalmaz taze yeşil renkleriyle bulvarları donatırlar. Paris Belediyesi' nin etrafı çiçeklendirme merakıyla ancak bizim İstanbul Büyükşehir Belediyesi başa çıkabilir. Her yanı rengarenk mevsim çiçekleriyle süslemişlerdi.

Kafelerin iç bölümlerinde sigara yasağı var artık, dolayısıyla dış masalar gece gündüz dolu. Frambuazlı Makaron yemenizi tavsiye ediyorum. Nerede mi? St. Germain' de Les Deux Magots' da! Üzerinde gül yapraklarıyla servis ediyorlar ve tatlı bir günah kadar baştan çıkarıcı... Sağolasın Enis Batur!

En büyük şansım, gitmeden önce internette yaptığım bir araştırma sonucu bulduğum muhteşem bir konseri yakalamak oldu: Jessye Norman! Büyüleyici soprano, Paris'in ünlü Salle Pleyel' inde Parisliler'e ve benim gibi bir kaç şanslı yabancı klasik müziksevere, hayatları boyunca unutamayacakları bir konser verdi. Klasikten caza uzanan bir program hazırlamıştı ve tema 5 mevsimdi: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve Asla Bitmeyen Aşk Mevsimi! Konser sona erdiğinde hepimiz çılgınca alkışlıyorduk, öyle ki tam altı defa sahneye geri dönmek zorunda kaldı sanatçı ve bunun üçünde de bizi deliye çeviren parçalara yenilerini ekledi.
O muhteşem gecenin kapanışını, konser salonunun köşesindeki bistroda yaptım ve aldığım broşürlerle konser programlarını incelerken, yanımdaki masada oturan iki yaşlı hanımla derin bir sohbete daldık. Kim demiş ki Fransızlar sevimsiz? Şımarık? Kibirli? Kiminle karşılaştıysam, kibar bir sohbet ve zarif bir gülümseme gördüm hepsinden. Üstelik bence Paris gibi bir kenti olanın, böyle bir kültür birikimi yaratmış, devrimler yapmış bir halkın çocuklarının, hem şımarık, hem kibirli, hem de milliyetçi olmaya sonuna dek hakkı var. En azından ben kendilerine ciddi bir miktar kredi açtım artık. Hoş, Fransız A klavye bilgisayarlar biraz zorladıysa da, şu tektipleşen, aynılaşan, ya da moda tabirle globalleşen dünyada, kendin olmaya, kendin kalmaya çalışmak suç mu? Kültürünü korumak, dilini korumak, Starbucks'a karşı kendi kafeni korumak neden şımarıklık ve kibirlilik olarak algılanıyor? Neden hakim kanı bu şekilde yönlendiriyor insanları? İlla herkes aynı mı giyinmeli, aynı kahveyi içip, aynı tatsız pizzaları mı yemeli, ya da A klavyeyi kullanmak neden bu kadar zor geliyor? Bırak beynin biraz fazla çalışsın, parmakların bir sefer yanlış basar, iki sefer yanlış basar, ama üçüncüsünde onu da öğrenirsin. Ama globalleşen dünya bizi kolaycılığa o kadar alıştırdı ki, hepimiz bunun rehavetiyle yaşar olduk iyice. Uyuşturuluyoruz da farkında değiliz. Paris'teki bu kısa hafta sonu kaçamağım gözlerimi açtı... Fransa bence ülkelerin Don Kişot' u ! Kaçınılmaz sona direniyor, yeldeğirmenlerine karşı savaşıyor. Artık Fransızlar'a kızmayacağım, zaten Sarkozy'e de sempati duymaya başlamıştım!

Bahar'da Paris başkadır derlerdi, gerçekten öyleymiş... Bana çok iyi geldi, darısı her ihtiyacı olanın başına:))

2 yorum:

Yasemin/Beril dedi ki...

İko'cuğum benim Paris'imi anlatmışsın, öylesine özledimki...

Metin dedi ki...

Paris, ozelliklede Eyfel kulesi ve etrafi resimlerde goruldugu gibi degil, insani gercektende etkiliyor. Parise 2 defa gittim ancak tekrar tekrar gitmeyide isterim.

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...