S. Bey'in Büyülü Berber Dükkanı


Oturduğum yer Şişli! Şehrin göbeği! Gürültülü, havası kirli, son derece kalabalık ve kocaman sevimsiz binalarla dolu, sevilecek olmaktan son derece uzak bir yer yani... Ben de o kocaman binalardan birinde yaşıyorum ama en azından sevimsiz değil. Bahçemiz var, bahçemizde mevsimlere göre değişen bitkilerimiz var, binanın girişinde geceleri aydınlatılan komik bir fıskiyeli havuzcuk var. Ama benim en sevdiğim şey ne havuz ne de bahçe; benim en sevdiğim şey o havuzun etrafındaki, rüzgarla dalgalanan sazlar. Kış mevsimi gelip de iyice kuruduklarında, bizim bahçıvanlar kuruyan sazları kesiyorlar. Geçen seneki kesilenleri alıp kocaman bir vazo içinde eve getirdik, hala salonun başköşesinde duruyorlar. Neyse ki Osman da seviyor da, bir şey demiyor bu tuhaflıklarıma...Ama benim bahsetmek istediğim şey bunların hiç biri değil. Benim bahsetmek istediğim şey, yaşadığım Şişli'nin bu karambol ortamında, bana çocukluğumun büyülü anlarını hatırlatan S. Bey'in Büyülü Berber Dükkanı!!!
S. Bey, aslında genç sayılır. Bence ellili yaşlarının hemen başlarında henüz. Hiç sormadım, zaten gerek de yok. Mutfak penceremden sürekli seyrettiğim minik bir kuaför dükkanı işletiyor. Ben kuaför kelimesini değil, daha çok çocukluğumda kullandığım berber kelimesini kullanmayı seviyorum. S. Bey, her sabah çok erken saatlerde, yedi civarında açıyor berber dükkanını. Önce dükkanın önündeki mendil büyüklüğünde mermer kaplı yeri süpürüyor. Toprak alanı hemen hemen hiç yok, saksıda çiçekleri ve bilmediğim bitkileri var, onları suluyor. Birbirine bitişik nizam insan edilmiş, kot farkından dolayı önü 6 arkası 9 kat binalardan birinin, üst girişinde yer alıyor dükkanı. Apartmanın kapısı ile dükkanın kapısı neredeyse birbirine yapışık. Kaldırımdan apartmana ve dükkana girmek için, ilk depremde yıkılacak gibi duran bir taş ve mermer kaplı köprülü geçiş yer alıyor. İnsana hiç mi hiç güven vermiyor ama başka yol da yok ki! Kaldırımla köprülü geçişin arasında, aşağı katlara doğru dimdik inen bir yamaç var, burada da bir iki ağaç nasıl olduysa hayata tutunabilmiş. S. Bey, bu ağaçlara gözü gibi bakıyor, kendine göre buduyor ve baharla fışkıran dallarının gölgesi altında serinliyor yaz mevsiminde.
S. Bey yalnız bir adam. Bildiğim kadarıyla ailesi yok. Kimi kimsesi var mıdır onu da bilemiyorum ama tek bildiğim dükkanının arka tarafındaki bir odacıkta yaşadığı. Dolayısıyla sabah yedide dükkanını açmak onun için hiç de zor değil aslında. Dükkan dediğimiz yer minicik, bence en fazla 7 metrekare bir yer. Burada saç kesiyor, boyuyor, yıkıyor ve sanatını icra ediyor. Yardımcısı falan da yok, tek başına çalışıyor. Bir ara manikürcü bir genç kız almıştı yanına, olmadı, anlaşamadılar... Kız avans olarak aldığı iki maaşla gözden kayboldu... S. Bey kolay kolay yapamıyor kimselerle galiba...
S. Bey ilginç bir adam... Kendine göre türlü türlü teorileri var her konuda...Geçenlerde bir ara gittiğimde, bana üzerinde çalıştığı bir projenin nihayet istediği neticeye ulaştığı müjdesini verdi: Beyazlaşmış saçları eski haline, doğal rengine döndürecek bir solüsyon bulmuş!!! Aman, dedim, çabuk git patentini al!!! Ne yaptı bilmiyorum ama sonra internette baktım ki zaten böyle tonlarca ürün var...
S. Bey'in dükkanın arka tarafındaki, yaşama mekanı olarak sadece bir perdeyle kendine ayırdığı bölümün, aslında yüksek teknolojili bir laboratuvar olma ihtimali çok yüksek çünkü geçenlerde de kepeğe çözüm bulduğunu müjdeledi!!!
S. Bey, hepimizin büyük derdi olan şişmanlığa da çözüm bulmuş! İnsanların kilo almasının en büyük sebebi, sandalyede oturup, masa başında yemek yemeleriymiş! Yerde, eski usül yesek, kilo almazmışız. Aslında haklı olabilir zira yerde oturup yemek yemek o kadar zor ki, insan doyamadan bir an evvel yerden kalkmak istiyor. Yani uzun vadede kilo kaybı garanti!!!!!
S. Bey biraz Nostradamus gibi... Bir sürü yıllık kehanetlerde bulunuyor. Geçen sene, Nisan ayındayken, 24 Haziran gecesi büyük bir deprem olacak demişti bana ve o gece evde yatmayın, ne olur ne olmaz demişti...Neyse ki onun dediği olmadı ama ben bütün gece boyunca mutfak penceremden, S. Bey'i izledim. O gece o dükkanının içinde uyumadı, açılır kapanır bir sandalye koydu kaldırıma, orada geçirdi geceyi...
S. Bey, biraz şüpheci...Mahalledeki diğer daha şık ve büyük kuaför dükkanlarının kendisiyle uğraştığını düşünüyor hep. Onlardan komplolar bekliyor... ''Beni bitirmek istiyorlar'' diye bir cümlesi var! Bana kalırsa böyle bir şey yok ama o buna inanıyor. Dükkanın önünden geçen, kendine göre şüpheli görünümlü herkesin, o dükkanlar tarafından kendisini izlemeye gönderilmiş casuslar olduğunu düşünüyor. İki sene önce karşı atak olarak fönü iyice ucuzlatmıştı, hala da öyle...Diyorum ki, ''Yapma S. bey, İstanbul'un en iyi fönünü bu paraya satmamalısın'' ama dinleyen kim??? O yine bildiğini okuyor...
Seviyorum S. Bey'i... Bana nedense çocukluğumu hatırlatıyor... Dükkanını daha da çok seviyorum, minicik ama sürprizli...Dua ediyorum onun için...Hayata yalnız başına, o minicik dükkandan tutunmuş olmasına bayılıyorum. Arada ihtiyacım olmasa da sırf sohbet etmek için föne gidiyorum. Arka tarafı dükanla ayıran perdenin ardını görmeye çalışıyorum hep ama bugüne dek başaramadım. Her ne oluyorsa, orada oluyor bence... S. Bey'in laboratuvarı, casusluk aletleri ya da kristal küresinin orada olduğuna inanıyorum:))) Tıpkı çocukluğumdaki gibi benim de hayal gücüm o büyülü dükkanda fazla mesaiye başlıyor.


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Eminim ona bakip suratsiz himbil bir adam gorenler de vardir, senin gibi eksantrik, buyulu bir adam gorenler de... Keske senin gibiler daha fazla olsa...

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...