Düşünen Kadın VI / Balkanlar Sonrası


Evimdeyim ama kalbim Rumeli'de kaldı. Gerçekten... Biliyorum biraz klişe oldu ilk cümle ama kimin umrunda?



Geçen akşam, Üsküp'ün en eski Osmanlı hanlarından birinin avlusunda, pırıl pırıl parlayan ay ışığı altında oturmuş bağlama eşliğinde söylenen Rumeli türkülerini dinlerken, yanımdaki Makedonyalı bir Türk dostum bana aynen şöyle dedi: Türkiye'de Türk olmak kolay ama buralarda Türk olmak kolay değil! Hoş, artık -bana kalırsa- Türkiye'de bile bunu istediğimiz gibi söyleyemez hale geldik ya, neyse...Hatta göğsünü gere gere Türküm dediğinde suratına tuhaf tuhaf bakan "aydın" insanlar yok değil ya, neyse... Türklüğümüzden -neredeyse- utanır hale getirmeye çalışıyorlar ama BEN bu tongaya basmam. Neyse, şimdi bu derin mevzuya dalmayayım! Vardar Ovası, Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar, Alişimin Kaşları Kara gibi güzel türkülere avaz avaz eşlik ederken, kalbimin ve beynimin bir yanıyla, acaba burada yaşayan ve yüreği Türkiye için çarpan Türkler hakkında, Türkiye'de yaşayan ama burada olup bitenlerden habersiz insanların farkındalığını arttırmak için ne yapabileceğimi düşünüyordum. Neredeyse yüzde yüz emin olduğum bir şey var: Türkiye'de yaşayan 70 milyonun belki beşyüz bini Üsküp ve Manastır kentlerinin, İstanbul'dan bile önce Osmanlı toprağı olduğunu biliyordur. Gerisinin haberi bile yoktur. Beşyüz bin diyerek biraz iyimser davradığımın da farkındayım... Yani Balkan savaşları sonunda Üsküp'ü kaybetmek, Osmanlı için İstanbul'u Edirne'yi kaybetmekten farklı olmamıştı. Mesela Üsküp'lü Yahya Kemal, okumak için gittiği Fransa'dan, tahsilini bitirip eve dönmeye kalktığında, Üsküp artık "bizim" değildir. Sadece bir yıl içinde bütün Rumeli topraklarımızı kaybetmişiz. Hatta bütün o toprakları o kadar çabucak kaybetmişiz ki, Avrupa bile inanamamış olan bitene... İşin içinde beceriksizlik var, gaflet var, ihanet var, parasızlık ve açlık var...Ordu aç kalmış... Ordu darmadağın...Bir kaynakta aynen şöyle yazıyor: Türklerin kaçışı, Bulgarların ilerleyişinden hızlıydı. Bunları tarih kitaplarımızda bu şekilde okumuyoruz. Anlı şanlı zafer sayfalarımız var ama mağlubiyetlerimiz sadece iki satır! Sonuçta Avrupa' daki bütün topraklarımızı ve hatta Edirne'yi bile kaybetmişiz de geri almışız sonra bir şekilde. Yani, 1364 Sırpsındığı Savaşı'ndan beri Avrupa'nın yapmaya çalıştığı şey, gerçekleşmiş: Türkler'in Avrupa'dan kovulması!!! Şimdi bizim gafil ve cahil yöneticilerimiz hala Avrupa'ya girmek için uğraşıyorlar ya, unutsunlar, zira bunu rüyalarında bile göremezler! Avrupa 1364'den beri Türkleri Avrupa'dan kovmaya uğraşmış, Haçlı orduları toplayıp ittifaklar kurmuşlar ve Türklere karşı direnmişler, savaşmışlar ve başlarda yenilmişler ama sonunda da yenmeye başlamışlar. Zaten sonrası çorap söküğü gibi gelmiş ve bütü o güzelim topraklar uçup gidivermiş. Neyse diyeceğim o ki, bizim Avrupa Birliği denilen o tuhaf birliğe alınmamız eşyanın tabiatına ters düşüyor. Ve lütfen kimse bana şunu söylemesin: Ama AB'nin bize ihtiyacı var. YOK!!! Çünkü zaten istediği herşeyi bizden fazla fazla alıyor ve daha da alacak. Ya da: Nasıl olsa Hristiyan Klubü damgası yememek için illa ki Müslüman bir ülkeyi alacaklar mutlaka ve o da biz olacağız... Neden alsınlar ki adamlar? Başından beri Müslümanlara karşı savaşmışlar, şimdi mi değişecek sosyal genetik kodları? Saçma! Hem de çoookkkk!!! Varsa fikriniz söyleyin lütfen...


Neyse, anlatmaya çalıştığım şey şu: Balkanlar'a yaptığım bu son seyahat, pek çok düşünceye sevketti beni. En önemli konu ise, Türkiye'de "dinci" olmayan kesimin bu konudaki duyarlılığının arttırılması bence. Orada yani Balkanlar'da bazı organizasyonlar var. Hepiniz bunların bazılarının kimler olduklarını rahatlıkla tahmin edebilirsiniz. Dolayısıyla önemli olan "bizim" gibilerinin de konuya ilgi duymalarını ama bu ilginin "Elveda Rumeli" dizisini izlemekten öteye geçmesini sağlamak. Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.


Gelelim Harem manzaralarına... Sanırım blogda yeni bir bölüm açmam gerekecek "Harem Manzaraları" adında:)) Bu akşam doğan ayı gören oldu mu içinizde? O sırada İstiklal Caddesi'ndeki Midpoint'teydim ve bir anda karşıdan bir turuncu top yükseldi. Koccamaaann bir kızıl ay!!! Hem de tam nerede dersiniz? Benim evin tam üstünde!!! Eh, dedim kendi kendime, "Haneme ay doğdu" ve bunu hayırlı bir işaret olarak algılayıp, gülümsedim... Mal di Luna çekenlere diyecek sözüm yok ama ben bu dolunayı sevdim. Üsküp'te başladı ve İstanbul' da sürüyor...



1 yorum:

Hayatla Dans Ve Flört dedi ki...

Hem anne hem babası, onların da anne babaları ve onların da, Üsküp'te doğmuş, tüm ataları çevresi topraklarda, Adriyatik kıyılarında Yunanistan'da -Osmanlı'dan da çok önce- binlerce yıl yaşamış birisi olarak bu yazıyı gözleri biraz nemli okudum.

Gözlerim nemlendiğinde ise şunu hatırladım; ten rengimiz, dilimiz, dinimiz, yaşadığımız topraklar farklı olsa bile gözyaşlarımızın rengi aynı.

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...