Geçtiğimiz haftalarda başlamış olduğum Sicilya notlarıma bu
hafta Siracusa ile nokta koymayı düşünüyorum. Malum, yazıların başında
Sicilya’nın öyle bir seferde bitecek gibi bir yer olmadığını, neredeyse bir
ülke, hatta belki pek çok ülkeden de fazla zenginliğe sahip olduğunu
söylemiştim. Nitekim, seyahatimin üzerinden epeyce bir vakit geçmiş olmasına
rağmen, hala gözlerimin önünden Sicilya’nın antik kentleri, tapınakları,
dağları ve karakterli şehirleri geçiyor. Yeniden o güzel adaya döneceğim günleri
heyecan ve özlemle bekliyorum.
Biz seyahatimizde adanın dört bir köşesindeki belli başlı
yerleri ziyaret etmeyi hedeflemiştik. Bunlardan biri de tabii ki dünyanın ilk
büyük bilim adamı kabul edilen ünlü Arşimet’in kenti Siracusa oldu. Biz
kendisini daha çok suyun kaldırma kuvvetini bulduğunda, peştemalıyla Evreka! diyerek
sokağa fırlamasıyla hatırlarız ama tarihe büyük bir matematikçi, astronom,
mucit, filozof ve felsefeci olarak geçmiştir. Hidrostatik ve mekaniğin
temellerini Arşimet’in attığı söylenir. İşte bu ünlü şahsiyetin soluduğu havayı
solumak ve onun dolaştığı sokaklarda yürümek Sicilya maceramızın en keyifli
dakikalarını hediye etti bizlere.
Siracusa günümüzde yaklaşık 150bin nüfusuyla orta boy bir
kent. Ancak antik dönemde, daha da doğrusu M.Ö 5.yüzyılda Atina ile yarışacak
denli haşmetli ve kuvvetli bir şehirmiş. Hatta ünlü hatip Cicero demiş ki:
Siracusa, Yunan şehirleri içinde en görkemlisi ve en güzelidir.
Sicilya adasının güneydoğu ucunda, Korint ve Tenea’dan gelen
kolonistler tarafından, 2700 yıl önce kurulmuş. Bu ilk kurulan şehir anakaraya
çok yakın bir konumdaki Ortyghia adasıymış. Anakarada ise tarıma elverişli
düzlükler, misafirperver bir yerli halk topluluğu ve Sirako adıyla anılan
bataklık alanlar varmış. İşte kentin adı olan Siracusa’nın bu Sirako adındaki
bataklıklardan geldiği düşünülüyor. Elverişli koşullar sayesinde kent hızla
büyür, gelişir ve bütün Akdeniz havzasındaki en güçlü ve zengin Yunan kentine
dönüşür. M.Ö 415’de nüfusunun Atina kadar, yani 250bin olduğu söyleniyor. Tabii
o küçük Ortyghia adasına sığmak artık mümkün olmadığından Siracusa anakaradaki
düzlüklere yayılmış. Bugün eski kentin antik tiyatrosu da dahil pek çok ünlü
kalıntısının bulunduğu bölgeye Neapolis yani Yeni Şehir deniyor.
Bu kadar güçlenip gelişen Siracusa doğal olarak önce Atina
sonra da bir başka güçlü şehir devleri olan Kartaca’nın odak noktası haline
gelince birbiri ardına yaşanan kuşatmalar, şehri oldukça hırpalamış. Hele
Kartacalılar, Siracusa’yı ele geçirmek için şehri dört defa kuşatmışlar.
Siracusa belirli dönemlerde güçlü idarecilerin yönetimi
altında kısa süreli ve parlak yaşanan barış dönemleri geçirmiş ama bütün
Sicilya topraklarını imparatorluğa katmaya kararlı olan Romalılar işe
karışınca, barış zamanları sona ermiş. M.Ö 214’de başlayan Roma kuşatmasına
yaklaşık üç yıl direnen Siracusa’yı buy olla yenemeyeceklerini anlayan
Romalılar, Siracusa’nın İberia kökenli komutanı Moeriscus’u rüşvetle satın
almışlar ve bir bayram gecesi şehrin kapılarını açtırmışlar. Siracusa böylece
yenik düşmüş Roma’ya. Hatta o güne kadar pek çok askeri icadı sayesinde kentine
yardımı dokunmuş olan Arşimet de o sırada öldürülmüş.
Roma döneminde kentin önemi yavaş yavaş azalmaya başlasa da,
Siracusa Sicilya’nın Roma idaresinin merkezi olmaya devam etmiş. Bu sıralarda
Hıristiyanlık, özellikle Tarsuslu Aziz Paulus ve şehrin ilk piskoposu olan Aziz
Marziano’nun çabaları sayesinde Siracusa’da taraftar toplamaya başlamış. Gizli
gizli ibadet eden ilk Hıristiyanlar pek çok kaya kilisesi ve yer altı
sığınakları oymuşlar.
Roma imparatorluğunun yıkılışı önce Vandallar sonra da
Bizans’ı taşımış Sicilya’ya ve hatta Siracusa, 663-668 arası İmparator II.
Kontantius’un payitahtı olmuş.
Kentin tarihindeki önemli bir başka sayfa ise, 878 yılının
Mayıs ayındaki kuşatma sonunda, Siracusa’nın Müslüman Aglebiler’in eline
geçtiği dönemdir. Sicilya’da iki yüzyıl sürecek İslam hakimiyeti döneminde
Siracusa başkentlik ünvanını Palermo’ya kaptırmış. Ancak yine de ticari önemi
asla azalmamış ve kültürel olarak da Sicilya’nın kalbi olmaya devam etmiş.
1085 ise, Siracusa’da Norman hakimiyetinin başladığı yıldır
ve şehir, Sicilya Krallığı’nın kontluklarından birine dönüşür. Yeni mahalleler
oluşur, katedral onarımdan geçirilir ve yeni kiliseler inşa olunur. Ve bundan
sonraki dönemde Siracusa Sicilya’nın geri kalanı gibi elden ele geçmiş.
İspanyollar, Katalanlar, Fransızlar… Hanedanlar birbirini izlemiş. Ve uzun
süren savaşlar hiç eksik olmamış kentin etrafından.
Bunlar yetmezmiş gibi biri 1542 diğeri 1693 olmak üzere iki
büyük depremle yıkılan Siracusa, 1729’da bir de veba salgınıyla başetmek
zorunda kalmış. 1865 yılında ise sicilya’nın İtalya birliğine katılmasıyla
birlikte, Siracusa tarihindeki son sayfa yazılmaya başlamış.
Böyle karmaşık ve uzun bir tarihe sahip olan Siracusa’yı
günlerce gezseniz bitiremezsiniz. Yine de bence önce kentin doğduğu yer olan
Ortyghia adası ilk durak olmalı. Burada M.Ö 5.yüzyıla tarihlenen bir Atena
mabedinin üzerine inşa edilmiş Katedral, sıradışı görünümüyle insanı çok
etkiliyor. Dışarıdan bakıyorsunuz, barok bir cephe, içeriye giriyorsunuz, Dor
nizamı sütunlarının yerli yerinde durduğu antik bir tapınak! Gel de
şaşırma!
Aynı meydanın diğer ucunda, Santa Maria Alla Badia kilisesi,
içindeki Caravaggio tablosuyla mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir başka durak.
1693 depreminden sonra inşa edilmiş şık cephesi, gece de gündüz de görülmeye
değer. Ama bütün meydanın ışıklandırılmış gece halini, gündüz halinden daha çok
sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Becerebilirseniz, hem gece hem de gündüz
gezin dolaşın derim…
Orthygia adasının bir diğer klasik durağı, Arethusa Çeşmesi,
en beklenmedik yerde pat diye çıkıveriyor insanın karşısına. Avcı Alpheus’tan
kaçan bakire Arethusa, yakalanmamak için Tanrıça Artemis’e yakarınca, tanrıça
onu tatlı suya dönüştürüp denizin içine saklamış. İşte o tatlı suyun, Orthygia
adasında ortaya çıktığı yerde harika bir çeşme bulunuyor. Bu mitolojik köşe,
aynı zamanda papirüsleri ve ördekleriyle de ünlü. Bence en güzeli, burada bir
onbeş yirmi dakika oturup etrafı seyretmek, hatta belki etraftaki kafelerden
birine girip bir de kahve içmek. Çünkü o köşenin manzarası da çok güzel.
Aslında akşamüstü günbatımını seyretmek için de en iyi adres, çeşmenin
yanıbaşındaki Miramar Terası. Günü bitirmek için buraya gelebilirsiniz.
Şehrin anakarada kalan bölümüne uğrayıp mutlaka Yunan
tiyatrosunu görmenizi öneririm. 67 sırasıyla oldukça büyük bir tiyatro burası
ve sekiz koridor ile dokuz oturma bölümüne ayrılmış. Sahne binasının ise sadece
kalıntıları görülebiliyor. Roma döneminde vahşi hayvanlarla yapılan tehlikeli
gösterilerin de segilendiği yapı, büyük değişikliklere uğramış. Yaz döneminde
hala kullanılıyor.
Tiyatronun yakınında latomie denen, taş ocaklarının
kalıntılarını görebilirsiniz. Bunlardan en ünlüsü devasa bir kulağa benzediği
için Diyonizos’un Kulağı olarak anılan yarık. Bu oyuğun içindeki akustik
öylesine iyi ki, sesi güzel olanlar ses denemeleri yapıyorlar. Hatta ziyarete
gelen gruplar içinde koro oluşturup şarkı söyleyenlere rastlayabilirsiniz.
Bunun dışında güzel yemekler yiyip, şaraplar içmenizi
öneririm. Özellikle deniz ürünleri, balıklar bir harika! Pazarlardan taze meyve
alışverişi yapabilirsiniz. Özellikle Orthygia adasında sadece yürümek, daracık
sokaklarda kaybolmak bile güzel. Bir kiliseden öbürüne, bir meydandan diğerine
açılırken, o sokaklarda yüzlerce sürprizle karşılaşıyorsunuz. Bunlardan
geleneksel yöntemlerle papirüs kağıdı yapan atölyeler, benim çok hoşuma gitti.
Defter kalem seven biri olarak her gittiğim yerden defter aldığım düşünülecek
olursa, buradan da eli boş çıkmadığımı tahmin edebilirsiniz.
İnsanı canayakın, tarihi zengin, yemesi içmesi son derece
keyifli ve her köşesi sürprizlerle dolu bir ada Sicilya. Ada deyip geçmemek
lazım, kendine has bir memleket, ayrı bir dünya!
Dedim ya, yeniden gideceğim zamanı şimdiden iple çekiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder