Geçtiğimiz hafta yazmayı sürdürmeye kararlı olduğum bir
Sicilya yazısı vardı. Ancak önce hastalanıp yataklara düştüm, sonra da kendimi
mesleğin cilvesi olarak bir anda yollarda bulunca yazım gecikti. Dün ise
masamın başına geçtiğimde sosyal medya üzerinden Ankara’daki korkunç saldırı
haberi gelince, gündemim tamamen değişti. Pek çok canın yok yere yitip gittiği
bir günde, gezi yazısı yazmamın imkanı kalmamıştı. Yapılacak tek şey, oturup
ağlamak ve dua etmekti. Oysa bugün yepyeni bir kararlılıkla yeniden masamın
başına geçtim. İnanıyorum ki biz, hepimiz, yapmayı en iyi bildiğimiz işlerimize
dört ele sarılıp, çarkların dönmesini sağlamaya devam edersek, en iyi direnişi
gerçekleştirmiş oluruz. Ülkemiz çok ağır sınavlardan geçiyor. Birlik,
beraberlik ve çalışkanlıkla zor zamanların üstesinden geleceğiz. Ölenlere
rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Bir önceki yazımda Sicilya hakkında sohbete başlamıştık.
Bugün bu konunun bir başka sayfasına dokunmak istiyorum: Erice ve Segesta.
Erice, Sicilya adasının kuzeybatı köşesinde, Tiren denizinin
muhteşem manzaralarına hakim bir noktada kurulmuş. Uzun bir tarihe ve ilginç
kalıntılara sahip.
Evet, Erice denince aklıma ilk olarak güzel manzaranın
gelmesi çok doğal zira 750 metrelik sarp tepenin üzerinde durduğunuzda
kendinizi bir kuş gibi hissediyorsunuz. Bu 750 metre kulağa pek fazla
gelmeyebilir ama aslında kentin ikliminde büyük rolü var. Hava çok değişken.
Aşağıdaki ovada güneş içindeyken, Erice’ye vardığınızda kendinizi bir anda
sisler arasında bulabilirsiniz. Hava bir anda soğuyup, rüzgar esip gürlemeye
başlayabilir. Nitekim bizi oraya götüren Sicilyalı şoförümüz, ceketlerinizi
yanınıza almayı ihmal etmeyin diye uyarmıştı hepimizi. Güneş içindeki
havaya baktığımızda pek ihtiyaç duymayız diye düşünmüştük ama onbeş dakika
sonra hava bir anda soğuyunca, sebebini anlamıştık.
Erice’de ilk olarak Sicilya’nın erken dönem halklarından
olan Elimiler yaşamışlar. Ardından Kartacalılar hakim olmuş bölgeye. Kentin
ismini ERYX adındaki Elimili bir kahramandan aldığı söyleniyor.
Kahraman Eryx hakkında da rivayet muhtelif! Mesela Sicilyalı
antik dönem tarihçisi Diodorus Siculus’a göre, Elimi kökenli bir kral olan
Eryx, efsanevi kahraman Herkül’ü Sicilya’da konuk etmiş hatta güçlü yarı-tanrıyla
güreşe tutulup yenilmiş. Başkalarına göre Elimili bir başka kral olan Butes ile
tanrıça Afrodit’in oğlu olarak dünyaya gelmiş Eryx. Virgilius ise Roma’nın
efsanevi kurucularından Eneas’ın kardeşi olarak bahsediyor Eryx’ten.
Şehrin en tepe noktasında Fenike kökenli bereket tanrıçası
Astarte adına bir tapınak inşa edilmiş. Sicilya Roma hakimiyetine geçince,
inançlar ve gelenekler birbirlerinin içine geçerek bir harman olmuşlar ve
tapınak ERYX VENÜSÜ’nün kült merkezine
dönüşmüş. Yani Tanrıça Astarte Venüs’e dönüşmüş ama bereket ve bolluk simgesi
olmaktan çıkmamış. Biraz bizim Efes Artemis’i gibi yani…
Bu Elimiler hakkında da pek fazla bilgi yok maalesef. Kimi
görüşe göre Anadolu kökenli bir halk olabilirlermiş. Hatta Truva kökenli bile
olabilecekleri söyleniyor. M.Ö 1200lerde Sicilya’nın Batı kıyılarına
yerleştikleri düşünülüyor. Elimiler, adada koloniler kuran Yunanlılarla
kaynaşırlar, Fenikelilerden, Kartacalılardan ve ardından da Romalılarla
etkileşirler. Roma’nın yıkılışı ile Sicilya’da durum değişir ve Vandallar
adanın pek çok yerinde talanlar yaparlar. Gotlara karşı savaşan ünlü kumandan
Belisarius, Sicilya’yı ele geçirince, Sicilya’ya doğudan Bizans kültürü gelir.
Bütün bu çalkantılı yıllarda Erice kenti, denizden uzak olması, bir tepenin
üzerinde bulunması sayesinde, büyük yıkımlara uğramaz.
Sicilya’da 827’de başlayan Arap hakimiyeti döneminde,
Erice’nin adı Jebel Hamed’e dönüşür. (Arapça jebel dağ demek). Tepenin
üzerindeki, bir zamanlar tapınağın bulunduğu noktaya bir kale inşa edilir.
Hatta kalenin inşasında, pek çok yerde gördüğümüz gibi, tapınağın taşları
kullanılır. Erice, Sicilya’nın batı kıyılarından Palermo’ya giden yol
üzerindeki önemli duraklardan birine dönüşür. 12. Yüzyılda Arap coğrafyacı
İdrisi’ye göre, Erice’nin kadınları Sicilya’nın en güzel kadınlarıymış. Daha
sonra bir başka yazar, İbni Zübeyr de aynı şeyi söylemiş.
Sicilya’daki Norman idaresi sırasında, Arap kalesinin
üzerine, daha büyük bir kale inşa edilir. Böylece tapınak tamamen ortadan
kalkar. Bugün bütün bu kutsal alanda hem kale hem de Pepoli Bahçeleri adı
verilen manzaralı parklar bulunuyor.
Trapani şehrinin yakınlarından tepeye doğru tırmanan bol
virajlı bir yolla Erice’nin eski kent surlarına ulaşılıyor. Buradaki otoparka araçları
bırakmak lazım. Kent surlarındaki Trapani kapısından içeri girildiğinde, şehrin
kendine has taş döşemeli dar sokakları karşılıyor. Ortaçağ kent dokusunu
mükemmel bir şekilde gözler önüne süren bir atmosfer var her köşede.
İlk olarak Chiesa Matrice görülmeli. Tercüme edecek olursak,
Ana Kilise diyebiliriz. Anne Kilise… İlginç! Çünkü burada muhtemelen
Hıristiyanlık öncesi, bir tanrıça kültüne ait tapınak vardı. Erice zaten bereket tanrıçasının merkeziydi.
O zaman pek çok yerde gördüğümüz şey burada da yaşanmış ve tapınak kiliseye
dönüştürülmüş. Ancak tanrıça kültü tamamen silinmemiş, kilisenin adında
yaşatılmaya devam etmiş. Yapı 14. Yüzyıl geç romanesk erken gotik özelliklerle
ilgi çekiyor. Çan kulesi yapıdan bağımsız olarak, gözetleme kulesi olduğu
sanılan daha eski bir yapının kalıntılarının üzerine inşa edilmiş.
Kentin dar sokaklarında kısa bir yürüyüş yapıldığında yerel
ürünler dikkat çekiyor. Ben en çok canlı renklere süslenmiş seramikleri ve
sadece buraya ait halıları beğendim. Tabii sokakların bir başka güzelliği ise,
geleneksel yöntemlerle mis gibi pastalar ve bademli kurabiyeler yapan
fırınlardan yükselen, iştah açıcı kokular! İtalya’nın her yerinde yeme içme
keyiflidir ve bu küçük kasaba da bu konuda hiç de geride kalmıyor.
Erice yakınlarında bir de buraya kadar gelmişken mutlaka görülmesi
gereken bir de antik kent var: Segesta! Biraz da buradan bahsetmek isterim.
Deniz seviyesinden 305 metre yükseklikte Monte Barbaro adlı tepede
kurulmuş olan Segesta, tıpkı Erice gibi bir Elimi kentiymiş. Roma dönemine
kadar görkemli bir kent olarak yaşamını sürdürmüş ama sonra, ticaret erbabının
kıyıdaki Castellammare del Golfo’ya taşınmaları sebebiyle, yavaş yavaş nüfusunu
kaybetmeye başlamış. Roma’nın yıkılışı sonrası Vandallar tarafından talan
edilmiş.
Bir sonraki dönemde kenti ve tepeyi Araplar ele geçirmişler.
Hatta tepedeki büyük antik tiyatronun bulunduğu yerde bir kale, cami ve hatta
bir de mezarlık inşa etmişler. Normanlar da aynı yeri kiliseye dönüştürüp,
kullanmaya devam etmişler. Ancak ondan sonra da muhtemelen tamamen terk
edilmiş.
Tiyatro, her ne kadar Roma döneminde elden geçmişse de, ana
hatları itibarıyla Yunan tiyatrolarının tüm özelliklerini yansıtıyor. Öncelikle
manzaralı bir yamacın doğal eğimine yerleştirilmiş oturma bölümleri, hem
uzaktan mavi denizin hem de aşağıdaki yemyeşil vadilerin manzarasını gözler
önüne seriyor. Oldukça geniş sayılır, 62 metrelik bir çapıyla, yaklaşık
sekizbin kişilik bir kapasitesi varmış. Günümüzde hala yaz mevsiminin ılık
akşamlarında temsiller için kullanılan tiyatro, kentin önemli miraslarından kabul
ediliyor.
Segesta’nın en önemli kalıntısı, Dor nizamında inşa edilmiş
olan büyük tapınak olarak geçiyor kitaplarda. Nitekim M.Ö 420lerde inşa edilmiş
olan bu tapınak, kimilerine göre hiçbir zaman tamamlanamamış. Bunun için kanıt
olarak tapınağın yivleri tamamlanmamış olan çok sayıda sütunu gösteriliyor.
Ancak yine de öylesine iyi korunmuş bir şekilde günümüze gelmiş ki, insan 2400
yıllık bir yapıyla karşı karşıya olduğuna inanamıyor. 56 metrelik uzun kenarına
14, 21 metrelik kısa kenarında ise 6 sütun tarafından çevrelenmiş, son derece
görkemli bir tapınak burası. Atina’lı bir mimar tarafından tasarlanıp
uygulandığı düşünülüyor.
Sicilya, bir önceki yazıda da değindiğim gibi, öyle bir
seferde gezip bitirilecek gibi bir yer değil. Tam tamına kendine has bir dünya!
Başka bir alem! Dolayısıyla bir başka yazıda daha Sicilya’ya değinmek
isteyeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder