Her yıl Haziran ayının on gününü kapsayan bir dönem içinde,
Almanya’nın en hızlı gelişen kentlerinden Leipzig, klasik müziğin babası Johann
Sebastian Bach adına düzenlenen müzik festivaliyle, dünyanın dört bir yanından
gelen BACH sevdalıları ile en iyi BACH yorumcularını buluşturur. Her zaman
müzikle iç içe yaşamış olan bu tarihi şehrin kiliseleri, konser ve opera
evleri, tarihi binalarının değişik amaçlarla kullanılmış salonları, festivalin
doğal sahnelerine dönüşür. Korolar, orkestralar ve solistler bu on gün boyunca
hem Usta Bach’ın hem de o yılın teması olarak seçilmiş diğer bestecilerin
eserlerini icra ederler. Büyük ve önemli bir buluşmadır bu festival ve Leipzig
kentini keşfetmek için de iyi bir fırsattır. Ben de geçtiğimiz haftalarda
oradaydım ve bazı notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaklaşık 530binlik bir nüfusu var Leipzig’in, çok büyük
sayılmaz. İsmini Slav kökenli olan bir kelime Lipsk yani Ihlamur Ağaçları’ndan
alıyor. Romalılar da URBS LİPSİ demişler, Ihlamur Ağaçları Kenti. Sonraları Kutsal
Roma Germen İmparatorluğu devrinde kısaca LİPSİA denmiş. Bugünkünden çok da
farklı değil yani. İLM nehrinin kıyısında kurulmuş şehir ve Saksonya
ovalarından geçen ticaret kervanlarının rotasındaki önemli duraklardan birine
dönüşmüş zamanla. Yazılı belgelerde kentin adına ilk olarak 1015 yılında
rastlanıyor ve 1065 yılında da ticaret imtiyazları verildiğini görüyoruz. Hatta
Meissen Prensi Otto, Leipzig kentine biri Paskalya diğeri de Eylül ayı
sonundaki Başmelek Mikail yortusunda olmak üzere, senede iki defa ticari fuar
kurma izni vermiş. İşte bu izin sayesinde başlayan fuar geleneği hala sürüyor
Leipzig’de ve Leipzig Fuarı LEİPZİGER MESSE günümüzde dünyanın devam eden en
eski fuarı ünvanını koruyor.
Ticari yönden gelişen ve hareket kazanan Leipzig, 1409’da
kurulan üniversitesi ile Almanya’nın en önemli Hukuk Okulu’na ve çok sayıda
basımevine kavuşur. İmparatorluk Adalet Sarayı ve Alman Milli Kütüphanesi
burada kurulur. Bugün de Hukuk Fakültesi ve Kitap Fuarı ile gurur duyan bir
şehirden bahsediyoruz. Hatta Frankfurt’ta düzenlenen dünyanın en büyük kitap
fuarından söz açıldığında Leipzigliler, ‘’Orası en büyüğü olabilir am en
kalitelisi bizimkisi’’ derler. Frankfurt POP bizimkisi KLASİK derler! Her ne
olursa olsun bütün bunların yüzyıllarca önce başlamış ve hala devam eden
gelenekler olduğunu düşününce, insan tabii ki kıskanmadan edemiyor.
Leipzig’de Avrupa tarihinin önemli sayfalarından biri
yaşanmıştır. Napolyon Fransası’na karşı birleşen Prusya, Rusya, Avusturya ve
İsveç, Leipzig Savaşı olarak da bilinen muharebe sonunda Napolyon’a ilk büyük
yenilgisini tattırmıştır. Bu yenilgi gelecekteki çöküşün habercisi olarak kabul
edilmiş, yenilmez sanılan Napolyon’un da yenilebileceği görülmüş, moraller
düzelmiş ve çok değil sadece bir yıl sonra Napolyon gerçekten de yıkılmıştır.
İşte o savaşın yaşandığı yerde tam yüz yıl sonra açılan dev anıt, bugün de
gururla göğe yükseliyor. Savaşlar olmasın diye!
Şehrin müzikal birikiminden bahsedecek olursak en büyük yeri
büyük besteci Bach’a vermemiz gerekir. 1723-1750 yılları arasında şehrin en
önemli eğitim kurumlarından olan Aziz Thomas Okulu’nda KANTOR’luk görevini
sürdürmüş olan büyük Bach, eserleri, çalışkanlığı, sebatkarlığı ve kimi zaman
da dik kafalılığı ile Leipzig’in tarihine kazınmıştır. Okulun ve bağlı olduğu
kilisenin korosunu yönetmiş, hafta sonu ayinleri için motetler, kantatlar,
bayramlar ve yortular için oratoryolar, pasyonlar bestelemiş, hem okulun
öğrencilerini hem de kalabalık ailesini idare etmiş, misafir ağırlamış, çevre
prenslere soylulara devrin lisanına uygun mektuplar döşenmiş, kısacası çok
çalışmış, çok! Oğullarından ikisi de babalarının yoluna düşüp müzisyen
olmuşlar, hatta içlerinden Carl Phillip Emanuel Bach, Mozart’ı bile etkilemiş,
saygısını kazanmış. Gelin görün ki, büyük Bach ölünce, devrin değişen müzik
zevkine göre biraz démodé kalan besteleri, okulun arşivine kaldırılmış ve tozlu
raflarda unutulmuş gitmiş. Hem de tam bir yüzyıl boyunca! Ama kader yine ilginç
bir oyun oynamış ve kentin orkestrası Gewandhaus’un başındaki bir diğer büyük
besteci Meldelssohn, bir dizi tesadüf sonucu karşılaştığı notaları görüp,
bestecisinin peşine düşünce, Leipzig’in tarihi kilisesinin kantoru JOHANN
SEBASTİAN BACH ismiyle karşılaşmış. Bach Rönesansı diye anılan dönem de böyle
başlamış! Işte o rönesans, bugün bizi müzik insanlarının vardıkları şu sonuca
taşımış: Müzik tarihi ikiye ayrılır:
BACH’tan önce ve BACH’tan sonra!
Yine klasik müzikten devam edecek olursak pek çok ünlü ismin
bu şehirle bir şekilde ilişkisi olduğunu görürüz: Az önce yukarına adını
zikrettiğim Mendelssohn, 1843 yılında Almanya’nın ilk konservatuarını
Leipzig’de kurmuştur. Richard Wagner Leipzig’de doğmuştur. Robert Schumann ve
sevgili eşi, esin perisi Clara Schumann Leipzig’de yaşamışlardır. Gustav Mahler
bir süre Leipzig Operası’nda şef olarak çalışmştır. Şehrin bir numaralı
orkestrası Gewandhaus’u yönetenlerin arasında Kurt Masur, Artur Nikisch gibi
efsane isimler vardır. Ve Almanya’nın en ünlü erkek çocuklar korosu olan 1212
yılında kurulmuş THOMANERCHOR hem kilisede hem de bu ünlü orkestra eşliğinde
konserler vermektedir.
Dediğim gibi Leipzig çok büyük bir şehir sayılmaz. Uzun bir
hafta sonu gezip görmek için yeterli olacaktır. THY’nın direkt uçuşuyla üç
saatten az bir sürede Leipzig-Halle’ye ulaşabilirsiniz. Müziğe meraklı
gezginlere pek çok önerim olacak: Bach Dostları Cemiyeti’nin de merkezi olan
BACH HAUS müzesi ve karşısında yer alan Aziz Thomas Kilisesi bence ilk durak
olmalıdır. Aziz Thomas Kilisesi’nde BACH’ın mezarı yer alıyor. Bunun da
ötesinde bu kiliseyi protestanlığın babası Martin Luther ve Bach’tan sonraki
yıllarda da Mozart ziyaret etmiş. O büyülü havayı koklamak kimi mutlu kılmaz
ki? Müzikten devam edersek Mendessohn Evi ve Schumann Evi ile dünyanın en iyi
müzik aletleri müzesi sayabileceğimiz GRASSİ MUSEUM’u mutlaka görün derim. Eğer
Arnold Böcklin, Max Liebermann, Caspar David Friedrich, Monet, Rodin gibi
isimler sizi heyecanlandırıyorsa, o zaman Güzel Sanatlar Müzesi kaçınılmaz. Bu
müzede Leipzig’li sanatçı Max Klinger’in 1902’de Viyana’da sergilenen ve dünyanın en ünlü heykellerinden biri olarak
kabul edilen devasa Beethoven heykeli de yer alıyor.
Şehrin sokaklarında yürürken Aziz Nikolai Kilisesi’ne de
uğramayı ihmal etmeyin çünkü Berlin Duvarı’nın yıkılmasına giden yolu açan
BARIŞ AYİNLERİ bu kilisede ve etrafındaki meydanda başlamıştı. Anlamlı ve içi
ile dışı birbiriyle tam bir tezat oluşturan harika bir kilise!
Bir başka önemli yazın ve düşün adamı, Alman Romantizmi’nin
babası Wolfgang von Goethe de Leipzig’de öğrencilik yıllarını geçirmiş. Eski
Borsa Sarayı’nın önündeki Genç Goethe heykeli bu hatırayı günümüze taşıyor.
Yine onun izinden gidecek olursak, Goethe’nin FAUST’unda bahsedilen ünlü
birahane, AUERBACHS KELLER’de bir yemek yemek ve bira tokuşturmak, edebiyat
düşkünlerinin mutlaka yapacakları listesinde yer almalıdır bence.
Yola çıkmadan önce şehrin bir numaralı orkestrası GEWANDHAUS’un internet sitesinden konser tarihlerine bir göz atmanızı öneririm. Dünyanın en iyi akustiğine sahip konser salonlarından bir olan bu mekanda, dünyanın en iyilerinden biri olarak kabul edilen bu orkestranın bir konserini yakalamak çok güzel olmaz mı? Hala ikna olmadıysanız orkestranın mottosunu yazıyorum size: RES SEVERA VERUM GAUDIUM yani GERÇEK KEYİF MÜHİM BİR MESELEDİR!!! Salondaki dev orgun altında parlıyor bu yazı… Ben her seferinde gülümsüyorum bu yazıyı okuduğumda. Gerçekten de mühim mesele! Son yıllarda İstanbul gibi neredeyse yirmi milyonluk dev bir –sözde- dünya metropolünün sanat konularında içine düştüğü durum düşünüldüğünde, gerçek bir konser salonumuzun olmadığı, operamızın yerinde yeller estiği, balenin neredeyse unutulduğu, şehrimizin orkestrası İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın senelerdir evsiz kalıp, AVM’lerin içindeki çok amaçlı tuhaf toplantı salonlarına hapsolduğu düşünülecek olursa, gerçek keyfin çok mühim bir mesele olduğu bir kez daha ortaya çıkar! İşte sadece yarım milyonluk nüfusuyla bize ders veren Leipzig’i bütün bu güzellikleri hatırlamak için de gezmek gerekir bana kalırsa.
Avrupa’nın en yaşanılası ikinci kenti seçilen Leipzig’i
yılın her dönemi gezip görebilirsiniz. Kent merkezinde MİTTE denilen bölgede
bir otel seçerseniz bütün bu yazdığım yerleri yürüyerek dolaşabilirsiniz.
Yemesi içmesi güzel, keyifli mekanları ekonomik, kültür
etkinlikleri son derece kaliteli bir şehir tanımak isterseniz, Leipzig’e gidin
derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder