İlk defa Hindistan’a gittiğimde sene 1993’tü. Gençlik
yaşlarımın da verdiği cesaretle çok sevdiğim bir arkadaşımla sırtımıza
çantamızı vurup yollara düşmüştük. Cebimizde gerçekten çok az bir parayla ve
günlük 10 dolar gibi bir bütçeyle, haftalarca gezmiştik bu inanılmaz ülkeyi. O
gün bu gündür, her sene birkaç defa gider gelirim Hindistan’a. İnsan asla
bıkmıyor ve her seferinde de ilk defa gidiyormuş gibi heyecan duruyor. En
azından ben böyle hissediyorum. Hem memleketime dönmüşüm gibi rahat hem de ‘’bakalım bu sefer neler göreceğim acaba’’
diye heyecanlı olurum. Dolayısıyla yazılarımda da mutlaka döner dolaşır
Hindistan’ın bir köşesine varırım!
Bu girizgahtan da anlaşıldığı üzere bu yazımda sizlere
Hindistan’dan bir köşe tanıtmak istiyorum. Ülkenin ortalarında yer alan
harikulade bir başkent ve onu kuran ilginç hükümdarlardan bahsetmek istiyorum.
Konumuz ORCHHA!
Hindistan’ın Madya Pradeş eyaletinde bulunan Orchha, kıvrıla
kıvrıla akan Betwa nehrinin yarattığı bir yarımada üzerine kurulmuş. Kayalık
bir araziye dağılmış kalıntılardan anlaşılan o ki, 16. Yüzyılda oldukça büyük
bir öneme ve iktidara sahipmiş.
Şehrin 1531’de kurulduğunu yazıyor kaynaklar. Kuran kim
sorusunun cevabı ise Hindu bir Rajput klanı olan Bundela Hanedanlığı oluyor. Bundelalar’ın
kökenini araştırdığımız zaman ise, bilinmeyen pek çok detay çıkıyor karşımıza. 10.
Yüzyıldan itibaren Hindistan’ın kuzeyine yerleşen İslam kuvvetleri karşısında
tutunamayan Bundelalar, 11. Yüzyılda ülkenin ortasındaki bu uzak, dağlık, derin
vadilerle kesilen yollarla dolu bölgeye yerleşiyorlar. 14. Yüzyılda adları
duyulmaya başlanıyor ve ünlü Afgan kralı Sher Shah Suri’ye karşı 1545-1554
yılları arasında yaptıkları direnişle, daha da tanınır oluyorlar. Ve bu bölge
de onların adıyla anılır oluyor: Bundelkhand!
İlk Orchha kralı olarak anılan Rudra Pratap Singh, her yere
uzak olmasına ragmen, bu yöreyi kendine yurt ediniyor. Bundelkhand bölgesinin
başkentliğini üstlenmek üzere muazzam bir kent planlıyor. Neden burası
sorusunun pek çok cevabı var ama bana kalırsa bu vahşi ve zorlu coğrafya, Rudra
Pratap Singh’in cesur doğasına pek uyuyor olsa gerek! Ancak kurduğu kentin
keyfini süremeden ilginç bir şekilde yaşama veda ediyor. İlginç diyorum zira
size aktaracağım hikayede kralın ne kadar gözüpek ve atak olduğunu anlayacaksınız.
Anlatılanlara göre kral, bir av partisindeyken, ineği sıkıştırmış üzerine
atlamaya hazır bir kaplanla karşılaşıyor. Daha dur demeye kalmadan atından
atladığı gibi çıplak elle kaplanın üstüne saldıran kral, doğal olarak aldığı
pençe darbeleriyle oracıkta can veriyor. Ondan sonra tahta geçen oğlu 1554’te
tahta bir varis bırakamadan ölünce, yerine kardeşi Madhukar Shah geçiyor.
O dönemde Hindistan’ın en büyük gücü Müslüman Mughal imparatorluğudur.
Mughallar’ın hedefi bütün Hindistan’ı kesin bir şekilde kontrolleri altına
almaktır. Ancak Bundelalar, yaşadıklari coğrafyanin avantajlarını öyle iyi
değerlendirirler ki, Mughallar bir türlü tam olarak başarı sağlayamazlar.
Üstelik büyük de kayıplar verirler. Sonunda Mughal hükümdarı Büyük Ekber,
bizzat savaşı yönetmeye gider, sonunda Bundelalar’ı yener ve kral Madhukar
Shah’ı yakalar.
Askerleriyle birlikte esir düşen Kral Madhukar Shah, Büyük
Ekber’in huzuruna çıkarılacağı anı beklerken, hiçbir şekilde aman dilemez ve
hatta öldürüleceğini bile bile, Hindular’ın savaşırken alınlarına sürdükleri ve
Mughallar tarafından yasaklanmış olan TİLAK’la Ekber’in karşısına dikilir.
Kendisi de böyle deli ve gözüpek bir adam olan Ekber,
karşısında duran hasmının cesaretinden etkilenir. Ölümü göze alarak değerlerinden
vazgeçmemesi ve dürüstlüğü Ekber’in planlarını bozar ve imparator, idam yerine,
ittifak önerir. Böylece Mughallar ve Bundelalar arasında sıkı bir işbirliği
kurulur. Bundelalar, Mughallara biat edip, vasallık olurlar ve bütün bölgenin
kontrolü onlara verilir. Bundela hükümdarı imparatorluk ordusunun yüksek
rütbeli komutanlarından biri haline gelir.
İşte bu sayede iyice güçlenen Bundelalar, o dönemde pek çok
güzel yapı inşa ettirmişlerdir. Bunlardan Hindu tanrısı Vişnu’ya adanmış olan
tapınaklar, günümüzde hala pek çok inananı, özellikle bayramlarda bu kuş uçmaz
kervan geçmez kente çekiyor. Kilometrelerce yol yürüyen hacılar, 16. Yüzyılda
inşa edilmiş bu tapınaklarda dualar edip, ayinlere katılıyorlar. Bunlardan en
büyüğü olan Chaturburj tapınağı, kentin tepesine çöreklenmiş bir deve benziyor gerçekten. Büyük kuleleri ve toplu ayinler
için planlanmış geniş salonlarıyla, Hindu mimarisinin en güzel örneklerinden
biri olarak kabul ediliyor.
Benim için Orchha’nın en önemli yapısı, 1605’te burayı ziyaret etmiş ve bir gece konaklamış olan
Mughal imparatoru Cihangir’in adını taşıyan Jahangiri Mahal’dir. Bundela Rajput
mimarisinin başyapıtı kabul edilen bu saray, hükümdar Bir Singh Deo tarafından
yaptırılıp imparator Cihangir’e ithaf edilmiş. Görkemli Chaturburj tapınağının
tam karşısında yer alan saray kompleksinin en büyük ve gözalıcı yapısıdır. Ancak Jahangiri Mahal’e girmeden önce bir iki
detaya daha göz atalım…
Saray kompleksi içinde Harem bölümü olarak kullanılan Raja
Mahal’de, bütün duvarlar, başta Tanrı Vişnu’nun hayatından sayfalar olmak
üzere, pek çok mitolojik sahnelerle süslenmiş. Fresko tekniğiyle alçı üzerine
nakış gibi işlenen bu duvar resimleri eğer yakın zamanda daha ciddi bir koruma
atına alınmazsa, maalesef yitip gidecek, bunu anlamak ne yazık ki çok zor
değil!
Sevdiğim köşelerden biri de, hakla açık toplantıların
yapıldığı Divan bölümüdür. Burası dilimli kemerlerle süslenmiş olduğu için
Hindu-İslam sanatının etkilerini yansıtıyor.
Kubbe içleri ve tonozlarda özellikle o yöreye ait bitki ve hayvan
varlığının zenginliğini gözler önüne seren duvar resimleri var. Kaplanlar ve
kuşlar ilk dikkati çeken ögeler. Günümüzde Bundelkhand yöresi kuş gözlemcileri
tarafından dünyanın en özel köşelerinden kabul ediliyor. Bunun yüzyıllarca önce
yapılmış olan süslemelerde bile fark ediliyor olması dikkat çekici. Kaplanlar ise, bölgenin milli parklarında
gözlemlenebiliyorlar. Sayıları da gitikçe artıyor, seviniyorum doğrusu!
Ve geliyoruz Jahangiri Mahal’e…
Kare şeklinde bir orta avlu etrafında planlanan saray,
göreni gerçekten çok şaşırtıyor. Avlunun ortasında yer alan havuz, Hindu saray mimarisinde
sıkça karşımıza çıkıyor. İşte bu avlunun etrafında kat kat yükselen yapı, sarı
ve kahverengi kumtaşı kullanılarak inşa edimiş. Katlarda toplam 132 odası var
ve bir o kadar da yerin altında, mahzen katlarında olduğu söyleniyor.
Simetriyi güçlendirmek adına katların köşelerine büyük,
ortalarına ise daha küçük boyutlarda, dört sütun üzerine kondurulmuş bir
kubbecikten oluşan Chhatri’ler kullanılmış. İşte bu da tam Hindu mimarisi
zaten!
En üst katı boydan boya geçen kafesli koridorlar
muhafızların görülmeden dolanmaları ve etrafı gözetlemeleri için tasarlanmış.
Bugün ise her ziyeret edenin daracık merdivenlerden tırmanıp vardıklarında
nefes kesici manzaralarla karşılaştıkları yerdir bu koridorlar. Buradan Betwa nehrini, kayalıkları ve ormanlık
araziyi seyrederken, bir taraftan da terkedilmiş olmalarına ragmen inatla göğe
yükselen tapınak kulelerini saymaktan alamıyorsunuz kendinizi.
Süslemelerde daha çok dantel gibi taş işçiliği ve sırlı
seramik panolar göze çarpıyor. Özellikle turkuvaz renkli seramiklerden yapılmış
güneş şeklindeki süslemeler, Bundelalar’ın tam bir Rajput klanı olduklarını
hatırlatıyor. Zira Hindistan’ın savaşçı kavimlerinden olan Rajput’lar güneşten
geldiklerine inanırlar ve pek çok sarayda bu sembolü kullanmışlardır.
Ana giriş kapısının süslemeleri de Hindistan’da olduğumuzu
her haliyle hatırlatıyor. Dörtyüz yıllık ahşap kapı olduğu yerde duruyor, bu
başlı başına bir sürpriz! Öte yandan kapının iki yanında, hortumlarında
taşıdıkları çanlarla girenleri selamlayan iki büyük fil heykeli, Hindistan
geleneklerini yansıtıyor. Bugün hala, özellikle Rajastan bölgesinde, karşılama
törenlerinde, misafirin geçeceği yolun iki yanına filler dizilir ve davullar,
çanlar çalınır. Kumtaşı kolay işlenmesine ragmen, aslında büyük ustalık
gerektiren bir taştır. Zira yanlış bir çekiç/keski darbesi, taşı çatlatarak, o
ana kadar yapılmış bütün işi mahvedebilir. Dolayısıyla bu saraydaki taş
işçiliğinin ne kadar incelikli olduğunu bu bilginin ışığında daha da iyi
anlıyoruz.
Tabii her güzel şeyin bir sonu vardır. Bu güzel şehir de ne
yazık ki, hükümdarlarının hırsına kurban gidiyor. Bu tabii benim yorumum, tarih
kitapları çok daha objektif olarak anlatıyorlar olanı biteni. Yani Bundelalar
güçlenip büyüdükçe, aslında ittifak içinde oldukları ve hatta biat ettikleri
Mughallar’a karşı bir takım karşı ittifaklar kurma girişimlerinde bulunurlar.
Hatta bir seferinde Şah Cihan’a ganimet taşıyan bir kervana saldırıp, talan
ederler. Şah Cihan’ı devirip tahta geçen oğlu Aurangzeb, karışıklığı fırsat
bilip bölgede huzursuzluk çıkaran ve hatta ayaklanma başlatan Bundelaları yener
ve şehirlerini terke zorlar. Böylece yapılan onca mabed, saray ve bahçe
sahipsiz kalır.
Günümüzde Orchha kenti, küçük bir kasaba görünümünde.Yine
de özellikle Agra’dan, UNESCO Dünya
Mirası tapınaklarıyla ünlü Khajuraho’ya geçerken iki gün kalınabilir. Sakin ve
çok fotojenik bir yer Orchha. Betwa nehri, nehir kıyısındaki kral mezarları,
saray kalıntıları ve zengin doğal yaşamı ile ziyaretçilerine Hindistan’ın
çılgın kalabalığından uzak, harika bir soluklanma molası olabilir.
Olmaz demeyin, kenara bir not alın yine de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder