Göller Bölgesi -3- SAGALASSOS

Biz dönelim Sagalassos’a…



Kaynaklar, şehrin bulunduğu bölgedeki ilk yerleşim izlerinin M.Ö 4200’lerde buraya gelen tarım topluluklarına ait olduğunu söylüyor. Yerleşik düzenin ilk izleri de M.Ö 3000’lere kadar uzanıyor. Ancak Sagalassos’un tarih sahnesine esas çıkışı, Büyük İskender’in kenti kuşatmasıyla olmuş. Şehir İskender’in ordusuna büyük bir direniş göstermiş ama sonunda yenik düşmüş. Sagalassos’un karşısındaki tepe, bu direnişin yapıldığı yer olduğu için, İskender Tepesi olarak anılıyor.

Büyük İskender sonrası Bergama Krallığı ve Roma dönemi ile M.S 3. Yüzyıla kadar yükseliş dönemi yaşayan Sagalassos’un kaderi, veba salgınları, yangınlar ve su kaynaklarını yok eden depremlerle değişir. Şehir 7. Yüzyıla kadar, iş gücü ve ticaret kaynaklarını kaybetse de dayanmaya çalışır ama son deprem ve üzerine bölgede görülen Arap akınları artık her leyin sonunu getirir. Sagalassos terk edilir ve Akdağ’dan gelen topraklar yüzyıllar boyunca kentin üzerini örter. 

Sagalassos’tan ilk geçen kişi 1706’da Fransız gezgin Paul Lucas olmuş. Antalya’dan Isparta’ya giderken bu kalıntıları görmüş ve bir şatonun yıkıntıları zannetmiş. Kentin adını ilk zikreden kişi ise Francis Arundell isimli bir İngiliz papaz olmuş. 1822 yılında görevi gereği bir İngiliz şirketinin din görevlisi olarak İzmir’e gelen Arundell, Anadolu topraklarındaki Hıristiyanlık merkezlerini dolaşmış ve Pisidia bölgesi gezisinde de Sagalassos’un adını deşifre etmeyi başarmış.


Sagalassos’un gün ışığına çıkarılmasıyla ilgili ilk çalışmalar 1884-1886 yılları arasında Polonyalı Kont Lanckoronski yönetimindeki bir heyet tarafından gerçekleştirilir. Sonra arkeoloji düyasının ilgisi Anadolu’nun kıyı bölgesindeki diğer büyük kentlere kayar ve 1980’lere kadar başka bir çalışma olmaz Sagalassos’ta. Nihayet 1982 yılında İngilizlerden oluşan bir arkeolog heyetinin başlattığı araştırmaların ardından, 1986 yılında, Belçika Leuven Üniversitesi’nden Marc Waelkens’in bölgeye yaptığı ilk ziyaret kentin kaderini bir kere daha değiştirir. Bu köklü eğitim kurumunun desteğini alan Waelkens, Sagalassos kazılarını başlatır. Bugün Sagalassos kazıları alışıldık bir kazı alanı olmaktan çıkıp, disiplinler arası bir çalışma arenasına dönüşmüş durumda. Hatta kimilerine göre Akdeniz’in en önemli ve büyük arkeolojik girişimlerinden biri olarak tanımlanıyor.




Şimdi biraz tarihi bırakıp günümüze dönelim.


Kazılar devam ediyor dedik. Yabancı ve yerli destekçiler var. En büyük Türk destekçi olan Aygaz, kentin gözbebeği Antoninler Çeşmesi’nin restorasyonuna yardım etmiş. 28 metre genişlik ve 9 metre yükseklik ile gördüğüm tüm anıtsal çeşmeler içinde en etkileyicisi olduğuna inandığım çeşme, hem ayağa kaldırılmış, hem de depremlere karşı güçlendirilmiş. 3600 adet irili ufaklı parçanın bir araya getirilmesi ile çeşme yeniden hayat bulmuş. İşin ilginç kısmı, bir zamanlar Sagalassos’a hayat vermiş ama sonra depremlerle yok olmuş su yollarının ve kaynakların yeniden keşfedilerek, suyun çeşmelere döndürülmüş olması! Dolayısıyla bugün kentin pek çok çeşmesinden yeniden cam gibi berrak sular akıyor. Binlerce yıllık pınarların suyunu yine binlerce yıllık çeşmelerden içebiliyorsunuz artık! Su derken burayı ilk defa gören gezgin Paul Lucas’ın Sagalassos’un suları hakkında söyledikleri geldi aklıma: “Hayatımda burası kadar çok pınarı olan bir yer daha  görmedim. Pınardan çıkan sular hemen dereler oluşturuyor ve  her yere bereket getiriyor.” İnanın bugün yeniden öyle Sagalassos! Ve Antoninler Çeşmesi’nden akan sular 4.5 metrelik bir şelale oluşturuyor.



Yukarı şehir olarak tanımlanan bölümde bulunan anıtsal Antoninler Çeşmesi dışında, meclis binası Bouleuterion ve Kahramanlar Anıtı Heroon, şehrin Roma dönemindeki zenginliği ve görkemini günümüze yansıtıyorlar.




Benim favori mekanlarımdan biri de şehrin asilzadelerinden olan Flavius Severianus Neon’un M.S 120’li yıllarda babasının hatırasına yaptırmış olduğu tabanı mozaiklerle süslü kütüphane binası oldu. Kokartlı rehber olduğumu söylediğim müze görevlisi, kütüphanenin anahtarlarını bana vererek, rahat rahat girin gezin dedi. Bu güvene ihanet etmek istemediğim için etraftaki herkesin gitmesini bekleyip, ondan sonra sessizce kapıyı açıp içeri girdik. Nefesimiz kesildi! Evet bir iki fotoğrafı bazı kitaplarda görmüştüm ama açıkçası böyle bir zenginlikle karşılaşacağımızı ne ben ne de eşim tahmin etmiştik! Ayrıca mozaik kaplı tabanın tam ortasından geçen çatlağın, depremle ortaya çıkan fay hattının izi olduğunu yazan tabelayı okuyunca, tüylerimiz diken diken oldu!


Şehir oldukça eğimli bir arazide kurulmuş. Dolayısıyla rakım 1450 ile 1700 metre arasında değişiyor. Bu yükseklikten dolayı şehrin 9000 kişilik büyük tiyatrosunu anlatırken, dünyanın en yüksek tiyatrosu diyor kaynaklar.



Bir de dokuz terasa yayılan 84 odalı ve 1250 metrekarelik salonuyla Anadolu’nun en büyük salonuna sahip Kent Konağı, Sagalassos’un zenginliği hakkında yeterli fikri vermiyor mu sizce de? Tabii işin daha da heyecan verici kısmı, kazıların henüz çok yeni olduğu gerçeği! Çalışmalar sürdükçe bulutlarla oyunlar oynayan Sagalassos hakkında çok daha fazla şey öğreneceğiz tabii ki. Bu daha başlangıç! Hedef ise çok büyük: UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI olmak!

Bir başka anlamlı slogan daha var: 2017’de Sagalassos’un kalbi yeniden atacak! 2011-2013 yılları arasında restorasyon programının ilk bölümü tamamlandı. Bu sayede Yukarı Agora’daki görkemli Antoninler Çeşmesi yeniden işbaşına döndü. Şimdi 2014-2017 yıllarını kapsayan ikinci bölümdeyiz. Bu dönemde de Yukarı Agora’daki diğer yapıların restorasyonu ile, şehir dokusu daha da anlaşılır duruma gelecek. Aygaz ana sponsor olarak bu işe gönül vermiş durumda.

Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (BAKA) fonu ve Leuven Üniversitesi, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’ne kaynak sağlayarak sit alanındaki bilgi panoları, tanıtım kitapçıkları ve internet sitesinin oluşturulmasını sağlamışlar.



Bir son not da 23 yıl boyunca buradaki kazıları yürütmüş olan Sn. WAelkens hakkında: Ağlasun halkının MARC BEY diye andığı Marc Waelkens 2013 yılında emekli olunca, ona veda etmek için bir dizi etkinlik düzenlenmiş kasabada. Yaşamının neredeyse çeyrek asırını buraya adamış bu tutkulu ve çalışkan hocayı öyle uğurlamışlar Ağlasun’dan. Ne mutlu! Hem ona, hem bize!
Nasıl gideriz diye sorarsanız, yukarı satırlarda bahsettiğim gibi Isparta’ya her gün uçak var. Oraya ve Burdur’a hemen hemen eşit uzaklıkta buluyor Ağlasun. Sagalassos da oradan yaklaşık 7 km mesafede. Manzaralı, virajlı ve yükseldikçe bulutlara karışan harika bir yol ile ulaşıyorsunuz sit alanına. Çok kolay!




Nerede kalalım derseniz, Ağlasun’da geçtiğimiz yıl açılan harika bir otel var. Sagalassos Lodge! Böyle ana akım turizmin dışında, dağın kıyısına, böyle büyük bir yatırımı kim yapar demeyin? Yapan cesur yürekler var! İşte o sıradışı insanlar değil mi zaten gittikleri bölgelere katma değer katanlar? Sabah uyanıp vadiye inmiş bulutları seyretmek, çevreyi dağ bisikleti ile dolaşmak, köylerden toplanan sütlerle hazırlanmış yerel peynirleri tatmak, soğuk zamanlarda kapalı yüzme havuzunda dışarıdaki ağaçları seyrederek yüzmek, gevşemek, yaz sıcağında da açık havuzda kuş sesleriyle kafa dinlemek isterseniz, burası ideal! Gidin iki üç gün kendinize bu hediyeyi verin. Bana dua edersiniz!




Dedim ya, dünya güzel ama Türkiyemiz daha da güzel! 


Yollarda görüşürüz,

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...