Atiye Sokak House Cafe'nin Ardından...


Eve döndüm ve yine hastayım hafif. Öyle fazla bir şey değil ama yine nezle olmuşum ve keyfim yok. Vücudum şaşırdı tabii ki son bir ayın içinde. Önce Salzburg'da -20lerde dolanıyordum sonra kendimi +35 derecede buldum. O bitti ve gene İstanbul'a geldim ve gelmemle birlikte kar başladı. Vücut diyor ki bence, "Eee artık bir karar ver! Sıcak mı soğuk mu?" Tam birine alışıyor, ben tam tersine düşüveriyorum. O da şaşırdı tabii ki...Bünye zayıf düştü ve sadece dinlenince toparlanacak, belli oldu. Pazar sabahı geldim ve o günden beri evden dışarı bile çıkmadım. Çok mutluyum bu durumdan. Pencereden dışarıyı seyrediyorum ve yağan kar, gri gökyüzü uzaktan hoş geliyor. Mart sonuna dek buralardayım ve bu durum da çok hoşuma gidiyor.
Pazar günü öğleden sonra bir şeyler yemek için ATİYE SOKAK'taki orjinal HOUSE CAFE'ye gittik. Allahım!!! Ne şok!!! O güzelim, ev halindeki , sımsıcak, orjinal HOUSE CAFE gitmiş, yerine sıradan ve diğerlerinden hiçbir farkı olmayan, hatta diğer HOUSE CAFE'lerden daha da kötü olan bir cafe gelmiş. Üstelik bir bölümünde sigara içiliyor ve bütün koku içeriye doluyor. Yazın üstü açılacak ve bahçe olacakmış ama kışın ne olacak peki? Tavanını açtıkları halde, bütün sigara dumanı içeriye geliyor. Üstelik daha kalabalık bir ortam olmuş, müzik gürültülü, kalabalık, müziği bastırmak için iyice yüksek sesle konuşuyor ve taş kaplı yerler ve ahşap lambrili duvarlarda yankılanan sesler bir süre sonra kafanızın içinde de uğuldamaya başlıyor. Nasıl üzüldüm, nasıl hayal kırıklığına kapıldım anlatamam. O güzelim sakin ev ortamı gitmiş! Bütün HOUSE CAFE'nin anlamı olan EV gitmiş, yok olmuş! Daha fazla insan gelsin, daha kalabalık olsun, daha fazla para kazanalım, daha fazla daha fazla.... İşte böyle diyerek yok etmişler güzelim ATİYE SOKAK HOUSE CAFE'yi! Ben orada gün boyu oturuyordum eskiden. Yukarı katına çıkıp, ders çalışıyordum. yazılarımı yazıyordum, arada yemeğimi yiyip, çayımı kahvemi içiyordum. Kızlarla orada buluşup dertleşiyordum. Sormuyorduk bile, HOUSE CAFE'de buluşalım dediğimizde, orası ATİYE SOKAK HOUSE CAFE oluyordu. Neden mi? Orası bizim HOUSE'umuzdu da ondan! Yani EVİMİZ!!! Sağolsunlar, evimizi bizden aldılar!
Ben bunu anlamıyorum! Neden bizde her yer 5 yılda bir sürekli yenilenir ve ruhunu kaybeder? Neden, orjinal haline sadık kalınacağına, kemikleşmiş ve sevilen bir ortam korunacağına, yok edilir? Aklıma hep Avrupa'daki birkaç yüzyıllık kafeler geliyor. Mozart'ın, Frued'un falan gidip kahve içtikleri kafeler...Sanatçıların kamp kurup, devrim başlattıkları Paris kafeleri... Roma'nın, Buenos Aires'in tarihi kafeleri...Hepsi bundan 100 yıl önce nasıldılarsa, bugün de aynılar. Bundan yirmi yıl sonra gidin, yine aynı olacaklar! İşin güzel olanı da bu değil mi zaten? Biz İNCİ'yi sadece profiterolü için sevmiyorduk, aynı zamanda eski havasını sakladığı için seviyorduk. Kadıköy'deki Baylan da öyle...Böyle birkaç yer var sadece. Diğerleri her 5 senede bir , tanınmayacak ve ruhunu kaybedecek şekilde restore ediliyorlar. Bu bir tek bizde var! Eskinin tüm izlerini yok ederek, hafızasızlaştırmak! Yazık yazık!!! Çok yazık!!!
Yukarıdaki fotoğraf da tarih oldu artık! O güzelim art deco pencere demirleri falan artık yok! Çünkü artık yukarı kat da yok!!!

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...