Tatil demek okumak demektir benim için. Evet tabii ki biraz deniz, biraz uyku ve güzel yemeğe de hayır demem ama öncelik hep okumaktadır.
Geçen hafta İstanbul'dan yola çıkmadan önce evde bir hazırlık yapıp okunacak 37 kitabı kenara ayırmıştım. Bunların çoğu, tatilde okunmak üzere seçip İdefix'ten son haftalarda getirttiğim kitaplardı. Sonra kitapların oluşturduğu yığına bakıp, kendimden utanmıştım. Olacak şey değildi! 20 günlük tatile 37 kitapla çıkılır mıydı? Bunun üzerine ben de oturup, bir eleme yapmıştım; daha doğrusu eleme yapmak zorunda kalmıştım: Bir tür Sofi'nin Seçimi hali! Hangi evladımı kurban edeceğimi bilememiştim uzun süre ama en sonunda 37 kitabın neredeyse yarısını evde bırakmayı başardım. Yani aramızda kalsın, yine de yanımda 20 kitap getirdiğimi söylemek zorundayım ve "Evet Sayın Hakim, Pişman Değilim! Yine Olsa Yine Yapardım"...
Günlük rutinim şöyle:
Sabah en erken 09.30 da uyanma, terasta kahvaltı ve gelen gazetelerin özellikle magazin eklerine göz atma...Neden magazin ekleri diye sormayın. Çünkü "gerçek" dünyanın sivri köşeleri artık çok canımı acıtıyor. Hiç olmazsa tatilde kim hangi mayoyu giymiş, kimin selüliti daha çok, kim kaçıncı kere evlendi/boşandı gibi çok ulvi şeylerle dalgamı geçeyim... Kahvaltı sonrası kitap, öğlene doğru havuz veya deniz, öğle yemeği genellikle yok, kısa bir internet molası, Tour de France haberlerine bir bakış, öğleden sonra kitap, meyve ve bol bol çay, akşamüstü havuz veya deniz, akşam yemeği havuz başında sakin, akşam yemeğinden sonra tüm gece kitap ve bilgisayarda posta-facebook kontrolü...Geceyarısı okumaya devam ama gece 01.30 civarı tumba yatak! Bulunduğum yer eller havaya mekanlarıyla ünlü Türkbükü'ne çok yakın ama bir tepenin tam zirvesinde bulunduğumuz için en ufak bir ilgimiz yok aşağıdaki tantanayla. Müzik sadece ipod'umdan seçtiğimiz parçalar: Az önce Chopin Nocturne'ler vardı şimdiyse Loreena McKennitt şakıyor... Evde TV yok, ne mutluluk! Verandada oturmuş, dışarıya taşıdığım ayaklı abajurun tatlı ışığında yazıyorum bunları...Arada gecenin seslerini dinliyoruz. Daha ne ister ki bir insan?
Okuduklarıma gelince:
Şu ana dek birkaç kitap bitirdim:
- Jean Christophe Grangé'nin son kitabı ÖLÜ RUHLAR ORMANI'nı okudum, bitti ama açıkçası pek beğenmedim. Yani eğer sıkı bir Grangé fanatiği değilseniz, vaktinizi daha iyi şeylere vakfedin derim ben... Yok eğer illa da Grangé okuyayım diyorsanız, eski kitaplarından LEYLEKLERİN UÇUŞU'nu okuyun, olsun bitsin!
- Michel Faber'in iki kısa romanını okudum, bitti, çok beğendim:)) Biri, dünyanın en ünlü A CAPPELLA müzik topluluklarından birinin, çok önemli bir konser öncesi, Belçika'daki bir şatoda yaptıkları iki haftalık provanın öyküsü... Müzikle ilginiz varsa, daha çok keyif alacaksınız okurken. İsmi CESARET BEŞLİSİ...Diğer bir kitap ise YÜZDOKSANDOKUZ BASAMAK. O da, bir bacağını Bosna'da kaybetmiş bir genç arkeolog kadının, bir manastır kazısı sırasında yaşadığı, aşk+dostluk+gizem dolu birkaç ayı anlatıyor.
- Şu anda elimde Ferit Edgü'nün nefis bir eseri var: BİÇİMLER RENKLER SÖZCÜKLER. Resim ve Yazın sanatının beraber okunduğu güzel bir sanat kitabı. Özellikle Almanya ve Avusturya turlarımda müzelerde büyük faydasını göreceğim bir kitap.
Sırası gelince diğerlerini de yazacağım. Tabii ki birkaç Enis Batur kitabı da getirdim yanımda her zamanki gibi. Onlarsız çıkmam yola...Ancak hemen söyleyeyim: SEL YAYINLARI'nı takip edin. Nefis kitaplar basıyorlar. Piyasa işi değil hiçbiri ve okumaya kıyamazsınız. Hele GECEYARISI KİTAPLARI serisindeki kitaplar var ya, inanılmazlar gerçekten. Nasıl güzel bir seçki! Evet yaa, iyi aklıma geldi...Saat da geceyarısını geçti zaten. Bu yazıyı burada bitirip kendime güzel bir GECEYARISI KİTABI seçeyim şimdi...
Yaşasın TATİL!!!
2 yorum:
bu kitaplar ne zaman birikiyor anlamıyorum, bazen 24 saat okusam istiyorum. Çocukken öyle yazlarım olmuştu. Ferit Edgü deyince otomatik aklıma Tezer Özlü geldi. Ctesi alıp bir günde bitirdiğim Tezer-Ferit mektuplaşmalarını ("Herşeyin sonundayım") naçizane tavsiye edebilirim. Türk edebiyatının yüz akları aynı zamanda sıkı birer arkadaş.
Önerin için teşekkür ederim Başak...Tezer Özlü dendiğinde içim bir ezilir hep. Her ölüm genç derler ama onunkisi galiba gerçekten de çok genç oldu. O kitap bende var ve arada mektupları karıştırıyorum. Bu sefer yanımda getirmedim ama İstanbul'da var...Ben de 24 saat okumak istiyorum:))Bir de yazmak tabii ki!
Yorum Gönder