Milas'tan vurduk dağ yoluna. Hava aşağıda kavururken, yukarıya çıktıkça rahatladı ortalık. Sonra bir anda bulutlandı gökyüzü ve içimden ohh dedim, keşke şöyle bir yağmur indirse... Kıvrıla büküle vardık tepeye, bulutlar inmişti çam kokulu yamaçlara... Arabayı yolun kıyısına park ettik, ne bir ses ne bir nefes! Bir tek biz vardık, bir de şakıyan kuşlar. Üşüdüm ve kot montumu geçirdim sırtıma, hatta boğazıma pamuklu fularımı bile attım. Çam kokusunu içime çektim, ciğerlerime doldurdum. Yenilendiği apaçık belli olan tabelayı okudum yüksek sesle: LABRANDA! Tahta çitin önüne geldik, kapıyı açıp, iteleyerek girdik içeri. Metruk bilet kulübesine doğru yönelmiştik ki, tepeden bir ses çalındı kulağımıza: Orada kimse yok, siz böyle gelin! Başımızı çevirip baktığımızda, kara kaşlı, kara bıyıklı ve ufak tefek bir adamla göz göze geldik. Gülümsüyordu...Bir de eliyle yürümemiz gereken hattı gösteriyordu yukarıdan. Yürüdük. Dorik Ev, Kilise, Balık Havuzu derken Devler Merdiveni'ne ulaştık. Yukarıya doğru tırmanan gepgeniş basamaklardan yavaşça çıkıp, kara kaşlı-kara bıyıklı adamın yamacına vardık: ALİ! Bekçisiymiş oranın...Otları kesmiş yeni, ama bu sene çok yağmur olduğundan ne kadar da kesse, hemen yeniden ot bitiyormuş her yandan... Yalnızmış orada görevli olarak ama yanında ailesi varmış Allahtan... Karısı GÜLSÜM ve yeni doğmuş bebekleri EMİNE...Tanıştık...EMİNE uykucu bir bebek, GÜLSÜM ise adı gibi gül yüzlü ve tatlı huylu bir kadın. ALİ gezdirdi bizi her tarafta. Tören yemeklerinin yendiği anıtsal boyutlardaki ANDRON'ları, kayalara oyulmuş mezarları, dev bir yarıktan inen kutsal suyu ve pınarı, kral saraylarını, Zeus Tapınağı'nı gezdik, fotoğrafladık. Hava iyice serinledi bu arada ve tam en tepedeki kaya mezarlarına varmıştık ki, inceden inceye yağmur atıştırmaya başladı. Dağların ardından gelen gökgürültüsü sesleri pek yakında bu hafif yağmurun, hararetli bir sağanağa dönüşeceğini haberliyordu sanki. Nitekim çok geçmeden bir çatırtı koptu tepemizde...Yıldırımlar inmeye başladı etrafımıza. Hayatımda hiç böyle yakından hissetmemiştim bunları...Ali, "Hadi bize gidelim, Gülsüm çay koyacaktı" dedi... Tepeden olabildiğince hızlı bir şekilde inmeye çalıştık...Eve yaklaştığımızda, endişeli bir yüzle bizi kapıda bekleyen Gülsüm'ü gördük...Zavallıcık yıldırım üzerimize düşmüş zannetmiş...Eve girdik: Tek göz bir oda...Elektrik yok...Su yok... Bir duvarın içine oyulmuş küçük bir şömine-ocak tek ışık kaynağımız... Odanın tam orta yerinde evin küçük prensesinin beşiği...Zaten tek mobilya da o... Geri kalanlar ik, üç ince kilim, üzerinde oturulmaktan iyice incelmiş sedirler, perde gerilerek gizlenmiş plastik raflarda bir iki ufarak tencere, bir kaç tabak, illa da ince belli cam çay bardakları...Ufacık pencereden yağmuru ve yıldırımları seyrettik. Çay içtik. Sohbet ettik. Ali'nin İngilizce sözlüğü vardı pencere içinde. Öğrenmeye çalışıyormuş. Hatta sordu: Bekçi nasıl deniyor? Biz "guard" dedik...Yok dedi, sözlükte başka şey buldum ben: Watchman...Yaklaşık bir saate yakın oturduk o tek gözlü evde. Konuştuk, çay içtik, Emine uyanınca onunla azıcık oynadık. Karı kocanın tek eğlenceleri oymuş zaten...E nasıl olmasın ki? Ne elektrik var, ne televizyon, ne internet...Dağın tepesinde, çam ormanlarının içinde üç kişicik! 2010 Türkiye'sinin bir ören yeri bekçisi...Yüreğimizi bıraktık onların o tek gözlü evinde. Her akşam, hava kararmaya yüz tuttuğunda artık hep Ali'yi, Gülsüm'ü ve Emine'yi düşünüyoruz, anıyoruz... Acaba Milas Müze Müdürü düşünüyor mudur kendisine bağlı bu ören yerinin gariban bekçisini? Peki ya diğerleri? Acaba Kültür Bakanı'nın haberi var mıdır Ali'den mesela? Olmayabilir zira Ali'nin maaşını orada kazı yapan İsveç ekibi yatırıyormuş senelik olarak ve her ay başı Ali, Milas'a gidip müze müdürünün onayı ile parasını çekiyormuş... Milas'a sadece 14 km uzakta. Hemen yanıbaşından elektrik hattı geçiyor. Biraz daha ötede Ortaköy var, orada elektrik de var ama Labranda ören yerinde yok... Ama bu ailecik, orada gece gündüz bekliyor...Ali otları kesiyor, temizliyor, gelenleri karşılıyor ve onlara rehberlik yapıyor. Yabancılar sorduklarında da cevap veriyor. I AM WATCHMAN!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...
Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...
-
Daha önce yazmış olduğum yazılara bir göz atınca, Avrupa’daki en çok sevdiğim kentlerden biri olan Salzburg hakkında müzik ve sanat...
-
Avrupa’daki en sevdiğim başkentlerden biridir Viyana. Sık sık yolum düştüğü için de pek mutlu olurum. Geçtiğimiz günlerde yine bir g...
-
Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder