Andras Shiff
Henüz iki gündür buradayım ama herşeyi o kadar dolu dolu yaşıyoruz ki sanki haftalardır Salzburg'daymışım gibi hissediyorum. Avrupa'nın en sevdiğim şehri ünvanını taşıyan bu mücevher kutusu kent, bu sefer de festival havasıyla sarmaladı beni. Dışarısı çok soğuk, şehri çevreleyen tepeler karla kaplı ama müziğin gücü o kadar büyük ki, ne üşüdüğümü farkediyorum ne de yoruluyorum. Beraberimdeki 19 tatlı insan da aynen benim gibi hissediyor olacaklar ki kimseden aksi yönde ses çıkmıyor.
Dün akşam Salzburg'un Haus Für Mozart isimli müthiş konser salonunda, Mozart'ın Idomeneo'sunu izledik. Genellikle Mozart'ın daha sık sahnelenen, nispeten daha popüler operalarını pek sevmem. Mesela Don Giovanni'de ölesiye sıkılırım, Figaro'nun Düğünü'nde de pek farklı değildir durumum. Buna rağmen, Sihirli Flüt'ün, melodilerini neredeyse ezbere bildiğim aryalarını dinlemekten hiç sıkılmam ama bu da sadece o opera için geçerlidir. Cosi Fan Tutte, La Clemenza Di Tito, Pontus Kralı Mitridates...Bir çırpıda aklıma geliyorlar ama ben galiba daha çok Verdi-Puccini'ciyim... Ayrıca Wagner'in Nibelungen serisine taparım. Ağırdır mağırdır ama çok müthiştir... Bir de tabii ki erken dönem operaları vardır ki beni her seferinde büyülerler: Monteverdi'nin Orfeo'suna kim hayır diyebilir? Ya da Purcell'in Dido ve Enea'sına hangi yürek dayanır? Hele Dido'nun ağıtını duyup da ağlamayacak insan var mıdır acaba? Diyebilirim ki Mozart'ın operaları benim favorilerim değiller... Aslında Mozart'ın senfonilerini de pek sevmem. Onun küçük gruplar için yaptığı besteleri, oda müziği eserlerini severim. Konçertolarını severim, özellikle adagio'ları ya da andante'leri duygu doludur... Fakaaatttt... Dün gece bir şey oldu: Mozart'ın bir operası olmasına rağmen, ilk defa canlı olarak seyrettiğim Idomeneo'yu SEVDİM!!! Nefesimi tutup öyle izledim her saniyesini... Koro, Estonya Filarmoni Korosu; orkestra, Les Musiciens du Louvre Grenoble; şef de Marc Minkowski olunca durum bir anda değişti... Amerikalı tenor Richard Croft, Girit Kralı Idomeneo rolünde hepimizi kendine hayran bıraktı. Ayrıca operayı sahneye koyan kişi de çok önemliydi tabii ki: Oliver Py! Paris'teki meşhur Odeon Theatre'ın direktörü!!! Olağanüstü bir sahne düzenlemesi yapılmıştı. Işıklar, dekor...O denli etkileyiciydi ki, uykusuz olmama rağmen, keşke hiç bitmese dedim.
Bu sabah pırıl pırıl ama buz gibi bir Salzburg sabahına uyandım. Saat 11.00de Mozarteum'un büyük konser salonunda, Andras Shiff yönetiminde Cappella Andrea Barca nın konserine gittim. Beethoven ve Mozart'ın birbiri ardına eklenen şahane eserleriyle kendimden geçtim. Coriolan uvertürü ve 3. Piyano Konçertosu Beethoven'den, Mozart'tan ise 23. ve 24. Piyano Konçertoları... Daha güzel bir sabah hayal edebilir misiniz?
Akşam ise bir başka ağır top bekliyordu beni: Viyana Filarmoni Orkestrası! Hem de yaşayan en karizmatik şeflerden Christoph Eschenbach yönetiminde! Yanında da Lars Vogt , solist!!! Eserler Mozart'tan! 10. ve 12. Piyano Konçertoları ile 34. Senfoni! Bunca senedir ve seferdir Avusturya'ya geliyorum, bir kere olsun Viyana Filarmoni'yi canlı yakalayamamıştım. Bir hayalim daha gerçek oldu bu akşam...Salzburg'un 2179 kişilik büyük festival salonunda, koca orkestrayı tam karşımda gördüm, dinledim ve her saniyesinde şükredip durdum şansıma! Torunlarım olabilecek olsa, onlara anlatırdım günün birinde... O denli özeldi yani...
Memleketteki tüm olumsuz hikayeler silindi aklımdan, yine arındım müziğin gücü sayesinde. Ne kozmik oda kaldı, ne Tekel grevi...
İki günüm daha var...Sonra yine aynı terane... Başbakan şunu dedi, BOŞBAKAN da bunu dedi...
Neyse...İki günüm daha var...Gerisini dönünce orada düşünürüm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder