Hırvatistan'dan dönünce...3. Bölüm...




Geçen hafta, Hırvatistan turundayken, bir çok yerde, ülke ve bana hissettirdikleri hakkında notlar tuttum. Epeyce malzeme var elimde ama bazı noktalar var ki, buraya aktarmadan geçemeyeceğim.

Hırvatistan genel olarak, çok çok güzel bir ülke. Doğal güzellikleri yanında, tarihi zenginlikleri gerçekten dikkat çekiyor. Ülkede, Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi' nde bulunan değişik yerler var.


  • Dubrovnik Eski Kent

  • Trogir Aziz Lorenzo Katedrali

  • Şibenik Aziz Yakub Katedrali

  • Poreç Aziz Eufrasius Bazilikası

Ve bir de tabii ki Doğal Miras Listesi'ndeki inanılmaz Plitvice Gölleri...Hayatımda bu kadar güzel bir mavi görmedim. Koyu boncuk mavisi ile nil yeşili karışımı...Hani, temiz bir poyraz estiğinde İstanbul Boğazı'nın aldığı renk var ya, işte onu alın ve birbirinin içine, küçük şelalaler şeklinde akan, irili ufaklı göllere yerleştirin. İşte o kadar güzel...


Turdayken aldığım notlardan bir bölümü aşağıya ekliyorum:


Hırvatistan bence turizm yönünden bir çok şeyi başarmış görünüyor. Sahil kentleri kaliteli turistlere de pek çok şey sunabilecek kapasitede donanmış. Restoranlarında iyi yemek yiyip, güzel şaraplar içip, hiç de kazıklanmadan çıkıyorsunuz. Kötü plastik sandalye ve masalar yok ortalıkta. Gözü yormayan güzel mobilyalarla donatılmış meydanlar. Yemek yemeğe gittiğinizde, temiz masa örtüleri ve ayaklı su bardakları... Servis sektöründe kadınlar var. Birçok restoranda kadın elinin değmesiyle oluşan farkı sezinliyorsunuz.
Köylerde bile temizlik göze çarpıyor. Gecekondu kültürü yok. Evler inşa edilip, çatısı oturtuluyor. Bir de güzel boyanıyor ve pencereler, bahçeler çiçekleniyor. Bu ülke daha 15 sene öncesine dek öldürücü bir savaştaydı. Bazı kentler bombalanmıştı. Şimdiki halini görünce inanamıyor insan. Bu kadar kısa sayılabilecek süre içinde, kendini toparlamış olması harika.
Ben açıkçası biraz kıskanıyorum.
Dubrovnik’ten hiç söz etmeyeyim. Orada gerçekten kıskançlığımdan çatlıyorum. Her yan tertemiz. İnşaatlar olmasına rağmen, gözü ve kulağı üzen, yoran hiçbir şey yok. Şehir surları sanki dün yapılmış gibi kenti çevreliyorlar. Eski kentin ana caddesi Stradun,pırıl pırıl parlıyor güneşin altında. Braç adasından getirilmiş beyaz taşlarla döşenmiş her yer. Bu beyaz taş dünyanın değişik köşelerindeki ünlü yapılarda kullanılmış. Örneğin Washington Beyaz Saray, Viyana’da bazı saraylar...Stradun aslında eskiden denizmiş. Üstü kapatılarak caddeye dönüşmüş. Burayı gördüğünde “Che Straduunnn!!!!” diye bağıran Venedikli denizciyi düşünüyorum her seferinde. “Vay anasını, caddeye bakın!”
Tuvaletler her yerde tertemiz. Tabii şüphesiz ülkenin her yerinde bu standartlar bu seviyede tutturulamayabilir ama yine de bizim geçtiğimiz yerlerin hepsinde, en küçük yerde bile, tuvaletler çok temizdi. Pis kokmuyorlar, hepsinde tuvalet kağıdı var, sifonları çalışıyor, sabun var. Bunları hala yazıyor olmak benim için çok üzücü. Deliriyorum bizim memlekette. Peru bile bazı konularda bizden ileri. Bizde, Göreme’nin tuvaletleri, bazı zamanlar, susuzluktan leş gibi kokuyor. İçeri girmek mümkün bile olmuyor. Bir de üstelik paralı!!! Deli olmak işten değil . Daha böyle neler! Pamukkale, İstanbul Sultanahmet...Leş gibi tuvaletlerrrr...Bir de büyük şehiriz! Büyük ülkeyiz! Bundan daha iki sene önce Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, susuzluktan tuvaletler çalışmıyordu. Hatırlıyorum. Turistleri benzin istasyonunda tuvalete sokup, müzeye öyle geliyorduk. Allahım!!! En son böyle delirdiğim yer Peru olmuştu. İki hafta önceki seyahatte, Allahın dağ başında Raqchi adlı bir yerde, misss gibi bir tuvaletle karşılaştığımda, küçük dilimi yutacaktım.Para vermeye razıyız, yeter ki temiz olsun. Medeniyet göstergeleri bence bunlar. Ve biz maalesef bunlardan ÇOOOK uzağız. Hırvatistan, AB’ye girecek. Neden? Ne gerek var? Zaten bir sürü şeyi bitirmiş kendi kendine. Birçok kişiyle konuştum: İstemiyorlar ama maalesef bu konuyla ilgili bir referandum bile yapılmamış. İnsanlara AB’ye girmek isteyip istemedikleri sorulmamış bile. Bir girişimle imza toplamaya kalkmış AB karşıtları ama maalesef, yeterli sayıda kişiye ulaşılmamış O yüzden referandum, gündeme bile gelememiş. Herkes diyor ki, Biz değil, hükümet istiyor. Galiba bir sürü ülkede aynı şey var. Ve buna demokrasi diyorlar! Neymiş efendim? Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesiymiş! Hadi canım sen de!


Tam anlamıyla içimden geldiği gibi yazdıklarım bunlar... Cümle düşüklükleri varsa bile, değiştirmeyeceğim. Aslında devamı da var ama belki daha sonra koyarım buraya. Bazı cümlelerimi son bölüme yazarsam, başım derde girebilir, hatta darbecilikle ve faşizmle suçlanabilirim:)) İyisi mi bana kalsın!

Hiç yorum yok:

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...