Geçen haftaki yazımda Bhutan’ın iki önemli şehrine
uğrayıp,biraz da manastır geleneğinden söz etmiştik. Bu hafta da, izninizle, kaldığımız
yerden devam etmek istiyorum.
Yolunuz başkent Thimpu’ya düştüğünde, etrafı gezip dolaşmak
için bir tam gün rahat rahat yeter. Şehrin en canlı yeri, neredeyse bütün kent
merkezini boydan boya kateden Nordzin Lam caddesi ve burada bulunan Saat Kulesi
Meydanı’dır. Burada hem çok kaliteli oteller, hem de nitelikli el sanatları ve
hatta antika objeler bulabileceğiniz dükkanlar vardır. Ben bu caddeyi ve
meydanı öellikle akşamüstü saatlerinde çok severim zira o saatler halkın akşam
alışverişlerini yapıp evlerine yollandıkları saatlerdir. Sokaklar cıvıl cıvıl
insan kaynar. Renkli giysileriyle kadınlar, kimi artık kot pantolonlu kimi
geleneksel giysileri içinde erkekler, sırt çantalı öğrenciler, köylerine dönme
telaşı içindeki çiftçiler ve kızıl giysileriyle rahipler doldurur sokakları.
Kentin beyaz eldivenli trafik memuru, en fiyakalı haliyle, Thimpu’nun kalbi
sayılan kavşaktaki yerini alır ve bir orkestra şefi gibi o renkli kalabalığı
idare eder. Kalabalık derken tabii öyle gözünüzde büyütmeyin! Ne de olsa sadece
yüzbin nüfuslu bir şehirden bahsediyoruz burada! Fakat yine de son yıllarda,
ülkenin dışa açılma politikası paralelinde, ithalatta bazı kolaylıklar
sağlanmasıyla, motorlu taşıt sayısında önemli bir artış gözlemliyorum. Eskiden
şahsi otomobiller bu kadar çok değildi. Etrafta görülen araçların hemen hemen
hepsi ya resmi ya da toplu taşıma yapan, bizdeki minibüs dolmuşlara benzeyen
araçlardı. Artık hali vakti yerinde aileler, kendi otomobilleri olsun
istiyorlar ve bunlar genellikle yakın komşu Hindistan’dan ithal ediliyor. Araç
demişken aklıma geldi: Eğer yolda BHUTAN1 plakalı bir jipe rastlarsanız,
anlayın ki, kralla burun buruna geldiniz demektir! Olmaz demeyin, benim başıma
iki defa geldi!
Thimpu’dan doğuya yolculuk çok keyiflidir. Önce tatlı bir
rampayla şehirden ayrılırsınız. Kıvrılarak tırmanılan bir tepenin yamacında,
halkın çok sevdiği ve kendisiyle
özdeşleştirdiği Himalaya Servileri arasında, SİMTOKHA Dzong görülür. Bu
dzong’un ülke tarihinde önemli bir yeri var. Bhutan’ın, bağımsız bir krallık
olarak dünya sahnesine çıktığı yıl olan 1907’den itibaren, milli birlik ve beraberlik
duygusunu güçlendirebilmek için, yolu izi olmayan vadilerin içinde
birbirlerinin varlığından bile habersiz şekilde yüzyıllardır yaşamış halk
topluluklarını dil yoluyla birleştirme fikri doğmuş. Bu konuda iyi
yetiştirilmiş öğretmenlere büyük iş düştüğünden, seçilen kişilerin ortak bir
çatı altında eğitilmeleri konusu gündeme gelmiş. İşte Simtokha Dzong, bu büyük
eğitim kampanyasının ve Bhutan dili üzerine yapılan çalışmaların merkezi
olmuştur.
Oradan tırmanmaya devam ederek 3050 metrede bulunan ünlü
DOCHULA geçidine gelirsiniz. Eğer şansınız yaver giderse, yani hava açıksa, buradan
Himalayaların karlı zirvelerini, yemyeşil tepelerin üzerinden seyredebilirsiniz.
Ben çok severim bu geçidi! En yüksek noktada inşa edilmiş 108 stupacık ve
ağaçları donatan beş renkli dua bayrakları, etrafta hem ruhani hem de neşeli
bir atmosfer yaratır. Büyük tütsülüklerde yakılan ardıç dalları, etrafa tatlı
bir odun ve çam kokusu yayarlar. Buradan her geçtiğimde bir dilek tutarım hem
kendim, hem sevdiklerim, hem de ülkem için. Bu yoldan geçen bütün yolcular
mutlaka minik bir mola verip, küçük bir dua anı yaratırlar kendilerine.
Dolmuşlar bile buradaki ana stupanın etrafında bir tur atarak, yola sağ salim
devam etmeyi dilerler.
Bu yolun devamı PUNAKHA vadisine kadar yokuş aşağı ve
virajlarla doludur. Zaten Bhutan’da karayolu demek birbiri ardına virajlara
girip çıkmak demektir. Aslında bu sonsuz sayıda vadilerin arasında asfalt kaplı
bir yol bulabilmek bile mucize! Bundan çok kısa bir süre oncesine kadar bu
yollar bile yoktu! Viraj meselesine gelince… Diyorum ya, dağlardan inip
çıkıyorsunuz, bir vadiden öbürüne atlıyorsunuz… Nasıl viraj olmasın ki? Zaten
Bhutan’da çok sevdiğim bir söz vardır: Bhutan’daki
tek düz yol, Paro havalimanının pistidir!
Bu virajları aşıp da vadi tabanına ulaştığınızda, rakım 900
metrelere indiği için, bitki örtüsünde önemli bir değişiklik görürsünüz. Dev
boyutlardaki kaktüs cinsleri ve harikulade renklerde çiçekler, Himalayaların
alçak ve korunaklı vadilerinde rastlanan mikro-klima bölgelerinden birine
geldiğinizi kanıtlar. Artık sub-tropikal iklim kuşağındasınızdır. Çok severim o
manzaraları… Yamaçlarda oluşturulmuş tarım taraçaları ve rüzgarla dalgalanan
sarı pirinç başakları… Aralarında yüksek çatılı köy evleri… Ve tabii ki mutlaka
vadiye hakim noktalarda konumlanmış irili ufaklı manastırlar…
Bu manastırların içinde, en görkemlisi, başrahip Je
Kenpo’nun kışlık sarayı olarak kullanılan PUNAKHA Dzong’dur. Ülkenin kurucu
babası kabul edilen ZHABDRUNG NAWANG NAMGYEL’in kutsal emanetlerinin de saklandığı
bu önemli manastır, 1637’den 1907’ye kadar Bhutan’ın idari merkezi olmuş.
1907’de modern Bhutan Krallığı oluşunca, başkent Thimpu’ya geçmiş. Yine de
Bhutan’ın manevi gücünün esas olarak buradan geldiğini söylersem yanılmış
olmam. Gelenek olduğu üzere, kışın sertleştiği aylarda, başkent Thimpu’daki
Tashicho Dzong’da yaşayan başrahip JE KENPO, bir merasim ile Thimpu’dan
ayrılıp, aynı virajlı yoldan aşağıya, Punakha’ya iner ve buradaki görkemli
dzong’a yerleşir. Kış bitene kadar orada kalır. Tabii eskiden yolun olmadığı
zamanlarda, kayalık yamaçlardaki daracık patikalardan yapılan bu haftalar süren
zorlu yolculuk, hep büyük bir endişe kaynağı olurmuş herkes için. Bu yolculuk
sırasında kimi zaman hayatını kaybeden rahipler olurmuş. Artık konforlu
araçlarla sadece dört saat süren bu yolculuk, eminim eskisi kadar endişe
kaynağı olmuyordur kimseye.
Bhutan’ın iki önemli nehri PO CHU (Baba Nehir) ve MO CHU
(Ana Nehir), vadinin en güzel yerinde birleşirler. İşte bu noktaya kurulmuştur
Punakha Dzong! Alelade bir seçim olmadığı aşikar! Ve ülkenin bence en görkemli,
en iyi korunmuş ve en iyi bakılan manastırıdır. 2011’de kraliyet düğününe de ev
sahipliği yapmıştı bu güzelim dzong. Geçmişte kimi sel baskınları tarafından
epeyce hırpalanmış olsa da artık nehirlerin ıslah edilmeleri sayesinde o tip
büyük tehlikeler yok gibi duruyor. Ama doğa bu! Ne kadar ıslah edilebilir ki?
Gün gelir, Himalayalardan gürül gürül aşağı inen sular yine gönüllerine göre
davranabilirler elbette…
Her zaman olduğu gibi, bu manastır da tam bir renk cümbüşü
sunar ziyaretçilerine. Sessiz avluları ve huzurlu dua salonlarıyla, bir köşeye
çekilip, kendi içine dönme fırsatı sunar dileyene. Fotoğrafçılar için de belki
de en çok mesai gerektiren manastırdır barındırdığı zenginlikleriyle. Budizmin
simgelerinden banyan ağacı, bu vadinin iklimi sayesinde, bu manastırın giriş
avlusunda en görkemli haliyle yerini bulmuştur. Neden Budizm’in simgesidir bu
ağaç diye soracak olursanız, Buda aydınlanmaya giden meşakkatli yolun sonunda,
bir banyan ağacının altına oturup derin meditasyonuna dalmış ve en nihayet
hakikate erişmişti. İşte bu sebeple, bu arayışın simgelerinden biri haline
gelmiştir bu güzelim ağaç.
İki haftadır anlatmaya çalıştığım gibi, dünyanın en özel, en
kapalı kutu ülkelerinden biridir Bhutan. Her şeyin hızla değiştiği,
aynılaştığı, küreselleşen dünyamızın, henüz küreselleşmeyi –şükürler olsun ki- tamamlayamamış
köşelerinden biridir. Eskisine nazaran
çok daha kolay ulaşılabilir Bhutan’a. Ben genellikle Nepal üzerinden geçiyorum
ama Delhi üzerinden de aktarma yapılabilir. Yeter ki uçuş günleri iyi
hesaplansın. Tabii vize ve otel başvurusunu yapmak için bu organizasyona çok
önceden başlamak gerekir. Rehbersiz gezemezsiniz. Tek kişi bile olsanız size
bir rehber ve bir de şoförlü araç tahsis ediliyor. Öyle kafama esti, haftaya
atlayıp gideyim denilecek yerlerden değildir Bhutan. İşte zaten de bu yüzden
günümüze kadar korunarak gelebildi.
Diyelim yolunuz düştü. Bence kaçırmamanız gereken bazı
şeyler var tabii:
·
Paro Çarşısı’nda gezinti
·
Paro’da ULUSAL MÜZE
·
Paro Rinpung Dzong
·
Okçuluk müsabakası (Ülkenin milli sporu olduğu
için bütün şehirlerde mutlaka müsabaka sahaları oluyor)
·
Peynir sosuyla pişirilmiş acı biber yemeği
HEMADATSİ (Acıyla arası iyi olanlara kesinlikle deneyin diyorum)
·
Yürüyüşle aranız iyiyse, yükseklik korkunuz da
yoksa o zaman ünlü TAKSTANG MANASTIRI, yani KAPLAN YUVASI MANASTIRI gezisini
öneririm. Ama dediğim gibi eğer azıcık yükseklik korkunuz dahi varsa, unutun
gitsin! Çünkü kayalık merdivenlerin tırmanışı ve özellikle de geri inişi bazı yerlerde
gerçekten tüyler ürpertici olabiliyor.
·
THİMPU ana caddede ve Saat Kulesi Meydanı’ndaki
çarşılarda akşam üzeri gezintisi.
Kaçırmayın…Bir kaldırımda durup etrafı seyretmek bile bence büyük keyif.
·
PUNAKHA DZONG
·
Eski dokusunu neredeyse hiç kaybetmemiş, WANGDUE
PHODRANG DZONG.
·
Programınızı yaparken vaktinizi bol
tutabildiyseniz eğer, o zaman mavi çamlar vadisi PHOBJİKA’ya uğramadan
dönmeyin. Burada cenneti bulacaksınız. Hele bir de Kasım ayından itibaren
oradaysanız, o zaman Tibet’ten kışı geçirmek için buraya gelen SİYAH BOYUNLU
TURNALAR’ı gözlemleyebilirsiniz.
Bunlar benim favorilerim. Bir fikir vermesi için ekledim.
Tabii hepimizin deneyimleri farklı olacaktır. Seyahatin güzel yanı da bu değil
mi zaten?
Yollarda görüşürüz…
Not: Bu yazı kokpit.aero sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder