Yurdumun en kapsamlı atılımları yaptığı Atatürk'lü yılları takip eden bir 14 senelik dönem var ki, Türkiye'nin geleceği için belki de en büyük fırsatı içeriyordu. Köylerdeki çaresiz ve gayesiz gençleri alıp, örnek bir eğitimden geçirip, hem geleceğe inançla bakmalarını hem de hayatta daha dik ve sağlam bir duruşa sahip olmaları hedefleniyordu. Klasik temel eğitimin yanısıra, bir zanaat, bir sanat dalı, bir müzik aleti ve tabii ki sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diyerek sporla tamamlanmış nefis bir programla, her biri birer cevher olacak gençler yetiştiriliyordu. Sonraki yıllarda ''buralarda komünist yetiştiriliyor'' safsatasına kurban edilen KÖY ENSTİTÜLERİ'nden bahsediyorum...
Bozkırın ortasında, dağların eteklerinde ve ıssızlığın yankılandığı yerlerde, bir ışık gibi doğmuş Köy Enstitüleri. Öğrenciler kimi enstitüleri, tuğlalarını bile kendileri pişirerek kendi elleriyle inşa etmişler. O nasıl bir şevk, nasıl bir heyecanmış! Koç Vakfı'nın İstanbul Araştırmaları Merkezi'ndeki sergide, bu dönemi en iyi şekilde belgeleyen müthiş fotoğraflara denk geldim. Kimi fotoğrafların karşısında çakılı kaldım, uzun uzun inceledim. Sergiden çıkarken moralim bozulmuştu... Çünkü bu ütopik proje de ülkemin akılsızlığına, ülkeyi yönetenlerin basiretsizliğine, halkımın kafasızlığına ve dar görüşlülüğüne, aydınların dönekliğine ve yüreksizliğine kurban edilmiş gitmiş. Ağladım, hayıflandım ve çok çok üzüldüm...
Bu yazının geri kalan bölümü, sergideki bazı açıklama yazılarını içeriyor. Köy Enstitüleri neydi diye merak edip de kocaman kitaplar okuma zamanı olmayanlara bir hizmet olarak sunuyorum:
KÖY ENSTİTÜLERİ
1940-1954
1935 nüfus sayımına göre erkeklerin %76,7'si, kadınların da %91,8'i okuma yazma bilmiyordu. 40.000 köyün 31.000'inde okul yoktu. Türkiye'nın Batı karşısında kaybedilen uygarlık dengesini yeniden kurabilmek ve ''yeni insan''ı yetiştirmek amacı, aynı zamanda hedeflenen demokratik düzenin de temeliydi. Cehalet yüzdesi kabarık bir toplumda, sağlam insan harcıyla örülmemiş çürük demokrasi yapılarının, yakın gelecekte toplumun üstüne çökeceği çok açıktı. Bu nedenle köyü aydınlatacak insan tipini köy ortamından seçip eğitmek düşüncesi gündeme geldi. Bu düşünce İsmail Hakkı Tonguç'a aitti. 1940-1954 yılları arasında 21 adet KÖY ENSTİTÜSÜ kuruldu.
CANLANDIRILACAK KÖY
Cumhuriyet köyünü canlandıracak insan tipi, İsmail Hakkı Tonguç'a göre köy öğretmeniydi. 1936'da Eğitmen Kursları, 1940'de Köy Enstitüleri bu aydınlanmacı tipi yaratmak için faaliyete geçmişlerdi ve uyguladıkları yöntem, Tonguç'un ''iş içinde eğitim'' ilkesine dayanıyordu. Köy Enstitüleri'nin temelleri 17 Nisan 1940'da atıldı. Bu tarihten itibaren Tonguç'un ilkeleri, Anadolu'nun ufkunu genişletmeye başladı. Öncelikle insanı kurtarmak düşüncesi köy öğretmenlerinin zihnine kazınmıştı. Geçmişe gömülmüş, çırpındıkça daha da batan çaresiz insan varlığı, kurtarılması zorunlu en yüksek değer olarak kabul ediliyordu. Bu açıdan Köy Enstitüleri projesi, geçmişte tökezlediği yerden ayağa kaldırmak, böylece Cumhuriyet'in geleceğini güvence altına almak amacını taşıyordu. Her iki amaç da siyasi nedenlerle gerçekleşemedi.
PİRAMİDİN TABANI:
EĞİTMEN KURSLARI
Türk köylüsünü okur yazar yapmak, basit de olsa teknik araç ve gereçleri gündelik hayatta kullanmalarını öğretmek amacıyla 1936'dan itibaren Eğitmen Kursları açılmaya başlandı. Eskişehir Çifteler'de kurulan Mahmudiye Eğitmen Kursu bu konuda atılan ilk adımdır. Eğitmen Kursları'nın kendi alanlarında başarılı olmaları, Köy Enstitüleri'nin kurulmalarına da sağlam bir zemin hazırladı.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ İÇİN HAYATA DÖNÜŞ
Enstitülere gelen köylü çocuklarının bakışları donuk ve endişeliydi. Çoğu, köylerinden ilk kez ayrılmışlar; at, eşek sırtında ya da elverişsiz doğa koşullarında kilometrelerce yürüyerek umut kapılarına ulaşmışlardı. Üzerlerinde parçalanmış, yamalı elbiseler vardı. Bu insanlar Cumhuriyet'in devraldığı Osmanlı mirasıydılar. İsmail Hakkı Tonguç bu mirası görmezden gelenlere karşı, karanlığa seslenen, elini uzatan kişiydi. Yedi yüzyıldır susanlar bu çağrıya cevap verdiler ve bu ele sımsıkı sarıldılar.
YENİ İNSAN, YENİ AHLAK
Bir Köy Enstitüsü öğrencisiyle ilk defa karşılaşan, onu işçi ya da amele sanabilirdi. onu hayatta dik tutan, ona sağlam bir kişilik kazandıran, ''iş içinde eğitim'' ilkesiydi. Köy Enstitüleri bu ilke doğrultusunda öğrenci yetiştirdiler. Yaparak öğreniyorlar, üreterek paylaşıyorlardı. Aynı zamanda bu, yeni insanın yeni ahlakıydı.
MANDOLİNLİ YILLAR
Köy Enstitüleri'nde, müzik, edebiyat ve güzel sanatlara verilen önem daima ön plandaydı. Bir müzik aleti çalmak, şiir yazmak, ya da resim yapmak hep özendirilirdi. Köy ocuğu estetik zevk, yaratıcı düşünce, eleştirel bilinçle ilk defa karşılaşıyordu. kendini özgürce anlatmayı başaran ve soru sormayı çağdaş bir hak olarak benimseyen öğrenci, Cumhuriyet'in de garantisiydi.
PROGRAMLI HAYAT
Sabah erkenden Enstitü meydanında toplanılır, müzik eşliğinde halay çekilirdi. Milli oyunların biri diğerini izler, farklı kültürler, duygular ortak bir coşkuda erirdi. Sonra kümeler, işliklere, tarlalara ve dershanelere dağılır, akşama kadar iş içinde eğitim sürerdi. Gün, serbest okuma saatiyle sona ererken, Yakup Kadri, Gorki, İstrati, Tolstoy'dan zihinlere kazınmış düşünceler, yaratıcı kişiliğin omurgasını inşa ederlerdi.
TONGUÇ BABA
Tonguç Baba, kendine ütopyacı dedirtecek kadar ülkücü, baba köylü dedirtecek kadar da gerçekçiydi. Düşüncesi hem yarınlara çevrikti, hem de bir çok Anadolu köylerinin tarih öncesi durumuna... Düşüncesi koşulların hem ötesinde hem içinde, daha doğrusu bir ötesinde bir içindeydi. Bir ömür boyu ülküyle gerçek, gökle yer arasında mekik dokudu Tonguç...
KÖYLERİMİZ VE AYDINLAR
Köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe köyün sırlarını anlayamayız. Köyü anlayabilmek, köylüyü duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefes gelmek lazımdır. Bataklığı kurutmak, okul binası yaptırmak, bozuk köprüyü onarmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak nazariyeci ulema taslaklarının işi değil, kahraman teksinyenler ordusunun başaracağı işlerdir. Türk köyü şayet bazı münevverlerin dediği gibi kötürüm ise, bunların nasıl yapılacaklarını öğreten kahramanlardan mahrum kaldığı için kötürümdür. İSMAİL HAKKI TONGUÇ
Bozkırın ortasında, dağların eteklerinde ve ıssızlığın yankılandığı yerlerde, bir ışık gibi doğmuş Köy Enstitüleri. Öğrenciler kimi enstitüleri, tuğlalarını bile kendileri pişirerek kendi elleriyle inşa etmişler. O nasıl bir şevk, nasıl bir heyecanmış! Koç Vakfı'nın İstanbul Araştırmaları Merkezi'ndeki sergide, bu dönemi en iyi şekilde belgeleyen müthiş fotoğraflara denk geldim. Kimi fotoğrafların karşısında çakılı kaldım, uzun uzun inceledim. Sergiden çıkarken moralim bozulmuştu... Çünkü bu ütopik proje de ülkemin akılsızlığına, ülkeyi yönetenlerin basiretsizliğine, halkımın kafasızlığına ve dar görüşlülüğüne, aydınların dönekliğine ve yüreksizliğine kurban edilmiş gitmiş. Ağladım, hayıflandım ve çok çok üzüldüm...
Bu yazının geri kalan bölümü, sergideki bazı açıklama yazılarını içeriyor. Köy Enstitüleri neydi diye merak edip de kocaman kitaplar okuma zamanı olmayanlara bir hizmet olarak sunuyorum:
KÖY ENSTİTÜLERİ
1940-1954
1935 nüfus sayımına göre erkeklerin %76,7'si, kadınların da %91,8'i okuma yazma bilmiyordu. 40.000 köyün 31.000'inde okul yoktu. Türkiye'nın Batı karşısında kaybedilen uygarlık dengesini yeniden kurabilmek ve ''yeni insan''ı yetiştirmek amacı, aynı zamanda hedeflenen demokratik düzenin de temeliydi. Cehalet yüzdesi kabarık bir toplumda, sağlam insan harcıyla örülmemiş çürük demokrasi yapılarının, yakın gelecekte toplumun üstüne çökeceği çok açıktı. Bu nedenle köyü aydınlatacak insan tipini köy ortamından seçip eğitmek düşüncesi gündeme geldi. Bu düşünce İsmail Hakkı Tonguç'a aitti. 1940-1954 yılları arasında 21 adet KÖY ENSTİTÜSÜ kuruldu.
CANLANDIRILACAK KÖY
Cumhuriyet köyünü canlandıracak insan tipi, İsmail Hakkı Tonguç'a göre köy öğretmeniydi. 1936'da Eğitmen Kursları, 1940'de Köy Enstitüleri bu aydınlanmacı tipi yaratmak için faaliyete geçmişlerdi ve uyguladıkları yöntem, Tonguç'un ''iş içinde eğitim'' ilkesine dayanıyordu. Köy Enstitüleri'nin temelleri 17 Nisan 1940'da atıldı. Bu tarihten itibaren Tonguç'un ilkeleri, Anadolu'nun ufkunu genişletmeye başladı. Öncelikle insanı kurtarmak düşüncesi köy öğretmenlerinin zihnine kazınmıştı. Geçmişe gömülmüş, çırpındıkça daha da batan çaresiz insan varlığı, kurtarılması zorunlu en yüksek değer olarak kabul ediliyordu. Bu açıdan Köy Enstitüleri projesi, geçmişte tökezlediği yerden ayağa kaldırmak, böylece Cumhuriyet'in geleceğini güvence altına almak amacını taşıyordu. Her iki amaç da siyasi nedenlerle gerçekleşemedi.
PİRAMİDİN TABANI:
EĞİTMEN KURSLARI
Türk köylüsünü okur yazar yapmak, basit de olsa teknik araç ve gereçleri gündelik hayatta kullanmalarını öğretmek amacıyla 1936'dan itibaren Eğitmen Kursları açılmaya başlandı. Eskişehir Çifteler'de kurulan Mahmudiye Eğitmen Kursu bu konuda atılan ilk adımdır. Eğitmen Kursları'nın kendi alanlarında başarılı olmaları, Köy Enstitüleri'nin kurulmalarına da sağlam bir zemin hazırladı.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ İÇİN HAYATA DÖNÜŞ
Enstitülere gelen köylü çocuklarının bakışları donuk ve endişeliydi. Çoğu, köylerinden ilk kez ayrılmışlar; at, eşek sırtında ya da elverişsiz doğa koşullarında kilometrelerce yürüyerek umut kapılarına ulaşmışlardı. Üzerlerinde parçalanmış, yamalı elbiseler vardı. Bu insanlar Cumhuriyet'in devraldığı Osmanlı mirasıydılar. İsmail Hakkı Tonguç bu mirası görmezden gelenlere karşı, karanlığa seslenen, elini uzatan kişiydi. Yedi yüzyıldır susanlar bu çağrıya cevap verdiler ve bu ele sımsıkı sarıldılar.
YENİ İNSAN, YENİ AHLAK
Bir Köy Enstitüsü öğrencisiyle ilk defa karşılaşan, onu işçi ya da amele sanabilirdi. onu hayatta dik tutan, ona sağlam bir kişilik kazandıran, ''iş içinde eğitim'' ilkesiydi. Köy Enstitüleri bu ilke doğrultusunda öğrenci yetiştirdiler. Yaparak öğreniyorlar, üreterek paylaşıyorlardı. Aynı zamanda bu, yeni insanın yeni ahlakıydı.
MANDOLİNLİ YILLAR
Köy Enstitüleri'nde, müzik, edebiyat ve güzel sanatlara verilen önem daima ön plandaydı. Bir müzik aleti çalmak, şiir yazmak, ya da resim yapmak hep özendirilirdi. Köy ocuğu estetik zevk, yaratıcı düşünce, eleştirel bilinçle ilk defa karşılaşıyordu. kendini özgürce anlatmayı başaran ve soru sormayı çağdaş bir hak olarak benimseyen öğrenci, Cumhuriyet'in de garantisiydi.
PROGRAMLI HAYAT
Sabah erkenden Enstitü meydanında toplanılır, müzik eşliğinde halay çekilirdi. Milli oyunların biri diğerini izler, farklı kültürler, duygular ortak bir coşkuda erirdi. Sonra kümeler, işliklere, tarlalara ve dershanelere dağılır, akşama kadar iş içinde eğitim sürerdi. Gün, serbest okuma saatiyle sona ererken, Yakup Kadri, Gorki, İstrati, Tolstoy'dan zihinlere kazınmış düşünceler, yaratıcı kişiliğin omurgasını inşa ederlerdi.
TONGUÇ BABA
Tonguç Baba, kendine ütopyacı dedirtecek kadar ülkücü, baba köylü dedirtecek kadar da gerçekçiydi. Düşüncesi hem yarınlara çevrikti, hem de bir çok Anadolu köylerinin tarih öncesi durumuna... Düşüncesi koşulların hem ötesinde hem içinde, daha doğrusu bir ötesinde bir içindeydi. Bir ömür boyu ülküyle gerçek, gökle yer arasında mekik dokudu Tonguç...
KÖYLERİMİZ VE AYDINLAR
Köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe köyün sırlarını anlayamayız. Köyü anlayabilmek, köylüyü duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefes gelmek lazımdır. Bataklığı kurutmak, okul binası yaptırmak, bozuk köprüyü onarmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak nazariyeci ulema taslaklarının işi değil, kahraman teksinyenler ordusunun başaracağı işlerdir. Türk köyü şayet bazı münevverlerin dediği gibi kötürüm ise, bunların nasıl yapılacaklarını öğreten kahramanlardan mahrum kaldığı için kötürümdür. İSMAİL HAKKI TONGUÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder