Bach'ın Mezarının Başında

Hiç kendinizi sebepsiz yere üzgün ve yapayalnız hissettiniz mi?
Etrafınızda bir sürü insan varken ve hatta işten başınızı kaldıramadığımız zamanda bile, kendinizi yapayalnız, bir başına ve biraz canı acımış hissettiniz mi?
Ben bugün işte tam da bu şekildeyim.
Oysa Leipzig'teyim. Olağanüstü bir MAHLER FESTİVALİ'ndeyim. Tatlı mı tatlı bir grup insanla birlikteyim. Konserler muazzam, orkestralar muhteşem ve solistler dünyanın en iyileri...Hava tam deli bahar...Birden yağıp gürlüyor, ardından beş dakika geçince de sımsıcak bir güneş sırtımı ısıtıyor. Ağaçlar yemyeşil, bahçeler çiçek dolu. İnsan daha ne ister?
Herhalde bahar çarptı beni...Ben artık hemen hemen her baharda bu ruh haline bürünüyorum. Tabiat yeniden doğuyor, ağaçlar çiçekleniyor ve tarlalara can gidiyor ya, ben de -galiba- istiyorum ki, gidenlerim de canlansın. Olmuyor tabii...Gidenler geri dönmüyor ve bunu fark edince, baharın tüm güzelliği bir anda anlamsızlaşıyor.
Sabah konserde dinlediğim müthiş parçada, MAHLER şöyle seslenmişti: Yapayalnız yüreğim sadece huzur istiyor...Çarpıldım! Beni hem müziğin büyüsü hem de solistin dolgun sesi bu hale getirdi. Konserden çıkınca, epeyi bir süre kendime gelemedim. Sonra da öğleden sonrayı yalnız başıma geçirdim.Serbest gün olduğu için herkes kendine göre bir taraflara dağılmıştı. Aslında çok kereler bu boş zamanları dört gözle beklemişimdir. Biraz kendimle ilgilenip vakit geçirebileceğim zamanlar olarak görmüşümdür. Bugün de aynı niyetle şehirde yürüyüş yaptım azıcık ama gel gör ki attığım her adımda içimdeki yalnızlık duygusu büyüdü. Somutlaştı. Kocaman oldu. Sokaklarda boş boş dolandım. Etrafı seyrettim. Ailelere baktım, sevgililere imrendim. Çoluk çocuk meydanlara parklara akmış halkın içinde erimek istedim. Ama olmadı. Eriyemedim. Kendimi o uyumlu havanın içinde ayrık otu gibi hissettim. Bundan kurtulmak için bir kalabalık bira evinin, Bach'ın kilisesi Thomas Kilisesi'ne bakan masalarından birine yerleşip,şimdi tam mevsimi olan beyaz kuşkonmaz ile kendime ziyafet çektim. Ama nafile! Ben oturduğumda günlük güneşlik olan hava, ben oturduktan en fazla 10 dakika sonra birden karardı ve bir anda sağanak indirdi. Restoranın içine kaçtım. Etrafta ilgilenecek bir şey kalmayınca, defterimi açıp, bir iki satır bir şeyler çiziktirdim. Gönlümdeki tanımlayamadığım sıkıntı hiç ama hiç azalmadı. O sırada garson nereli olduğumu sordu. Türküm dedim. O da Yunanlıymış, iki kelam ettik gurbetteki iki komşu olarak. Sonra hesabı ödeyip oradan ayrıldım.
Kafamda türlü düşünceler cirit atarken bir de baktım Thomas Kilisesi'nin kapısındayım! İçeri girdim. Dosdoğru altara doğru gittim ve her zaman oturduğum banka oturup, BACH'ın mezarına diktim gözlerimi. Dua ettim O'nun için. Yetmedi benimkiler için dua ettim. Gözlerimden akan yaşlardan hiç utanmadan, burnumu çeke çeke ağladım. Kilisenin serin sessizliğinde, uzun süre oturdum o bankta...Her zamanki bankımda...
Sonra kalkıp Pazar gününün ıssızlığıyla yankılanan ara sokaklardan geçerek otelime, odama döndüm.
Ve başladım yazmaya:
Hiç kendinizi sebepsiz yere üzgün ve yapayalnız hissettiniz mi?

2 yorum:

Basak dedi ki...

evet, çok fazla ve çok sık... Hislerini o kadar güzel ve öz ifade etmişsin ve o kadar tanıdıklar ki kendim yazmış gibi hissettim.
özlem olsa gerek sebep... doyulamadan giden ama bir daha en azından bu boyutta göremeyeceğimizi bildiklerimiz için...

Sivas dedi ki...

Yazılarınıza genel anlamda göz attım ve oldukça bilgilendim. Paylaşımlarınız için teşekkür ederim. Saygılar

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...