Yağmur, Kış, Nişantaşı, Taşınma v.s v.s


Bu sabah yağmurla uyandım. Nasıl da özlemişim gri havaları ve yağmur tazeliğini... Herkes yazı sever, ben ise kışı...Deniz kıyısında bir kasabada yaşayamadıktan sonra, neyleyim güneşi ve sıcağı? Şehrin yoğunluğu içinde, ikisi de insana ıstırap olmaktan öteye gitmiyor bence... Oysa kış öyle mi? Sıkı sıkı giyinir çıkarsın sokağa. Boynunda yumuşak bir kaşkol ve ellerinde eldivenler. Üşüyünce atarsın kendini bir kafeye, bir duble espresso macchiato söylersin kendine. Açar kitabını okursun sessizce ya da etrafı seyre dalarsın. Hava da erken kararır zaten. Kentin ışıklarını seyretmek hoşuna gider vapurdan. Aslında biraz melankoliktir ortam ama sanki şehir daha enerjiktir. Yazın İstanbul bence uykuya dalıyor. Hayır, kötü anlamda söylemiyorum bunu. Bence şehirlerin de insanlar gibi dinlenmeye, uyumaya ihtiyaçları var. İşte bu yüzden Pazar günlerinin TAM TATİL olmasını isteyenlerdenim. Hani o dükkanların falan kapalı olduğu, insanların evlerine ve ailelerine vakit ayırdıkları, katlanarak artan alışveriş furyasına kapılıp alışveriş merkezlerine doluşmadıkları gerçek tatillerden... O zaman, haftada bir gün, bütün hafta boyunca yorulmuş ve yıpranmış olan şehir, dinlenip kendine gelebilir. Tıpkı insanlar gibi... Oysa İstanbul'da Pazar günleri böyle mi? Nerdeeeeee??? Özellikle belli bölgelerdeki sokaklar hafta içinden bile daha kalabalık oluyor. Köprüden geçemiyorsun, Bağdat caddesinde yürüyemiyorsun, Boğaz hattından bahsetmek bile istemiyorum, arabanın içinde hapis hayatı yaşıyorsun.
Neyse, konuya döneyim... Yazın İstanbul dinleniyor bence. Nüfusu azalıyor, trafik rahatlıyor, mekanlar daha rahat gezilebiliyor, aslında herkesin sahil bölgelerine aktığı o vıcık vıcık zamanlarda İstanbul'da olmak bence daha keyifli... İstanbul, Allahtan kısa süren o yapış yapış nemli günlerin dışında, boğazdan aşağı inen kuzey rüzgarıyla insanı ferahlatıyor. Ahh güzel Boğaz! Bin tane memleket gezdim, eşin benzerin yok valla! Dünyada başka hangi şehrin ortasından böyle turkuvaz renkli bir su geçer ki? Ben görmedim henüz, varsa bileniniz, söylesin lütfen. Ammaaaaaaa...Yine de KIŞ derim ben... En azından kendi tercihim bu yönde. Kış geldi mi, İstanbul uyanmıştır artık. Trafik delirtiyordur, ortalık leş gibi çamur deryasına dönmüştür ve insanların yüzlerinden düşen bin parçadır ama ben yine de mutluyumdur. Habire koşturan insan selinin içine karışmak hoşuma gider. Konserler, sergiler, kitap fuarları... Benim için kış bunlardır. Özledim...
Son günlerde yaşamımın ortasına bomba gibi düşen ağır kayıbın ardından, hayata geri dönüş planları yapıyorum. Eylül'ün ikinci yarısında Nepal-Tibet-Bhutan turum var. Ruhani yönü zengin ve enerjisi yüksek bir coğrafyaya gideceğim için çok seviniyorum. Şimdiden heyecanlanıyorum desem yeridir.
Didi dönecek, çok mutluyum. Bu benim için belki de en harika olay şu sıralar. Onu yerleştireceğiz, yaşamına yeni bir sayfa açacağız. Yeni bir ev, yeni bir iş...
Bu arada benim de evimi yerleştirmem lazım zira anneciğimin evinden bana gelen bir ton ıvır zıvır var. Porselenler, tabak-çanak-tencere-tava-çatal-bıçak... Resmen anneciğim bana bir ev kurdu ve öyle gitti... Harem'deki evim, dün oraya inen bu kutu ve kolilerle resmen bir depo-ev'e dönüşmüş durumda. Yaşanacak gibi olmaktan çıktı. Gönlüm olduğunda herşeyi yerleştireceğim ama acelem yok, zira zaten son iki aydır kendi evimde toplasam 3 gece uyumadım. Peki şikayetçi miyim? YOOO!!! ASLAAAAA...
Sonra sırada beni Avrupa yakasına taşımak var. Niyetim bugüne dek hiç yaşamadığım bir semtte oturmak... Gözüme Nişantaşı'nı kestirdim. Bu son haftalarda Nişantaşı sokaklarında dolanıp durduğum için, epeyce bir fikir edindim. Evden çıkar çıkmaz kitapçılar ve kafelerin hemen elimin altında bulunacağı bir semtte yaşamak hoşuma gidecek diye düşünüyorum. Kış ayları Nişantaşı'nda keyifli geçer üstelik. Havaların erken karardığı aylarda vitrinlerin ışıltısı keyifli olur. Bilirim... Bir de tabii kültür etkinliklerine daha yakın olabileceğim böylece. Altımda araba olmadan da her yere rahatça gidebilmek istiyorum. Aklınızda bulunsun... Eğer Nişantaşı'nda bir yer varsa bana uygun, haber verin...

30 Ağustos'la ilgili yazıma bir çok mail ve yorum geldi. Sanırım pek çok kişinin duygularına tercüman olmuşum bilmeden. (Merak ederseniz, bu yazının devamında, hemen o yazıyı okuyabilirsiniz). Zaten Türkiye aslında biziz! Yani "Sessiz Çoğunluk"... Ahh bir de sesimizi çıkarsak, ne iyi olurdu! Edilgenlikten bir kurtarabilsek kendimizi, dağları deler, dünyayı oynatırız yerinden ama yapamıyoruz işte bir türlü... Bir sürü sebebi var ama bunlar bahane olmaktan öteye geçemiyor bence...Sonuçta, duruma KATLANIYORUZ...
Ama dediğim gibi, bu durum da geçecek. Herşey geçer... Nothing lasts forever... Hiç bir şey sonsuza dek sürmeeezzz...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bende zorunlu olarak ist.a tasinacagim. zamani su an yakin degil. ist.da en fazla 5 gun kalmisligim var ve oraya tasinmaktan olesiye korkuyorum. su an izmir.de yasiyorum. Izmir'den sonra ist.da nasi mutlu olurum, nasil kesfederim ist.u bilmem.
neden bunlari size yaziyorum onu da bilmiyorum. tasinma nisantasi deyince icime dokundu sanirim.:)) ist.a tasininca hayirlisi ile sizinle tanismak gezilerinize ozellikle haftasonlari istanbul.u tanima gezilerinize tabii varsa katilmak isterim.
tanismak, bol bol gezmek, yeni yerler gormek yeni insanlar tanimak, yeni yasamlara dalmak umuduyla...
duy

Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...