Uzun zaman ara verdik. Yollar, seyahatler,
dil kursları ve konser provaları derken bir de bakmışım ki göz açıp kapayana
kadar haftalar akmış. Ayrıca ülkenin yüklü gündemi de sakin bir nefes
alabilmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor. Bir yılın sonlarındayız artık.
Zorlu zamanlar geçirdik, geçiriyoruz. Hayat hiç kolay olmadı bu yıl boyunca.
Yenisi hepimize güzellikler getirsin diyerek sizleri Sri Lanka’ya götürmek
istiyorum.
Eski adı Seylan olan bu ada ülkesini bizler
daha çok mis kokulu koyu renkli çaylarıyla biliyoruz. Hindistan’ın güneyinde
bir mücevher gibi duran, adı bile egzotik rüzgarları çağrıştıran, harika bir
yer Sri Lanka. Marco Polo, Sri Lanka için dünyanın en güzel adası demiş. Arap
tüccarlar, beklenmedik bir anda
karşılarına çıkan bu yemyeşil adayı görünce, adına Serendip demişler. Bu isim
bir şeylerin peşinde koştururken, beklenmedik bir anda karşılaştığımız başka
güzel şeyleri anlatan müthiş bir kelimeye dönüşmüş. Gerçekten adına bu denli
yaraşan başka bir yer var mıdır dünyada, bilemiyorum!
Yeşilin her tonuna doyuyorsunuz Sri
Lanka’da… Tarihin derinlerine, ikibinbeşyüz yıllık tapınakların arasına
dalıyorsunuz Sri Lanka’da… Vahşi doğayla ve hayvanlar aleminin bin türlü
suratıyla tanışıyorsunuz. Asya filleri, kırmızı yüzlü maymunlar, binbir renk
papağan ve türlü türlü su kuşlarıyla ahbap oluyorsunuz. Ormanların kalbine
saklanmış, ağaçların altında adeta sır olmuş konaklama tesislerine bakıp, iç
geçiriyorsunuz imrenerek… UNESCO Kültür Mirası tarihi kalıntılar arasında
dolanırken, sıcak ve boğucu nemi unutuyorsunuz. Günün sonunda ise, koyu turuncu
renkteki has seylan çayıyla kendinizi ödüllendirip, kokulu baharatlarla lezzet
katılmış harika yemekler arasında diyetleri unutuyorsunuz.
Bizim konforlu THY uçağımız sabaha karşı
İstanbul’dan yola çıkıp, Maldivler’in başkenti Male’de küçük bir stop yaptıktan
sonra, yerel saatle 15.30 civarında ülkenin en büyük kenti Colombo’ya vardı.
Açık konuşmak gerekirse Colombo öyle pek ahım şahım bir şehir değil. Ama yine
de ülkenin dünyaya açılan en büyük kapısı olduğu için, uğrayıp biraz dolanmak
keyifli oluyor. Sri Lanka’nın karmaşık etnik yapısını en iyi bu şehirde
anlayabiliyor insan. Ülkenin en büyük etnik grubunu %75’lik bir pay ile
Sinhala’lar oluşturuyor. Adanın orta, güney ve güneybatı bölgelerinde Sinhala
halkı Budist geleneklere bağlı ve Sinhala dilini konuşuyorlar.
Ülkenin ikinci büyük grubu Sri Lanka Tamilleri,
Hindu’durlar ve dünyanın en eski dillerinden Tamil dilini konuşuyorlar. Adanın
daha çok kuzeyinde, Hindistan’a dönük tarafta yaşarlar. Bir de adanın doğusunda
bir bölgede yoğunlaşmışlardır. Ülke nüfusunun %11’ini oluştururlar. Üçüncü
büyük etnik grup Moor denen, Arap tüccarların torunlarından oluşan %9.5’luk
gruptur. Müslümandırlar ve çoğu Tamil dilini benimsemişlerdir.
İngilizler’in adaya hakim oldukları 19. yüzyılda, çay ve kauçuk plantasyonlarında işçi olarak çalıştırılmak üzere Hindistan’dan getirilen Tamiller’in torunları, ülkenin karmaşık demografik yapısına br başka grubu daha armağan etmiş. Bunlara Hindistan Tamilleri deniyor. Bugün bile daha çok çay plantasyonlarının yoğun olarak bulundupğu bölgelerde yaşarlar ve ada nüfusunun %4’ini oluştururlar. Bunun dışında sayıca az ama sosyal hayatta epeyce ağırlıkları olan benim Beyaz Sri Lankalılar adını taktığım bir grup daha var ki, adanın Avrupalı kolonistlerce yönetildiği dönemi hatırlatıyorlar. Burgher adı verilen bu Avrupa kökenliler, soyadlarından da anlaşıldığı üzere Portekizli, Hollandalı ve İngiliz ailelerin torunları olarak hala adada yaşıyorlar.
Colombo, doğu-batı ticaret yolları üzerinde
önemli bir liman olmasıyla ikibin yıldan beridir bilinen, tanınan bir şehirdir.
1982 yılına kadar Sri Lanka’nın resmi başkenti olarak da idari öneme sahipti.
Ancak bu idari görev bugün Jayawardenepura Kotte isimli, Colombo’ya yakın ve
artık neredeyse şehirle bütünleşmiş bir başka yerleşime verilmiştir. Ama buna
rağmen Colombo ülkenin ticari başkenti olma özelliğini sürdürüyor. Ayrıca
çevresine topladığı yaklaşık 5.5 milyonluk nüfusuyla en kalabalık bölgeyi
oluşturuyor.
Colombo’nun sahip olduğu doğal limanı eski
zamanlarda Romalılar’dan Çinliler’e kadar bütün ticaret erbabı biliyormuş. İbn-i
Batuta 14. Yüzyılda adayı ziyaret ettiğinde buradan Kalanpu olarak bahsetmiş.
Zaten Arap tüccarlar adaya 8. yüzyıldan itibaren yerleşip, Çin, Hindistan ve
Arap yarımadası arasındaki ticareti kontrol etmeyi başarmışlar.
Asya’nın zenginliklerine açılan kapı ve
önemli bir durak olması sebebiyle, bir süre sonra bölgeye gelen Avrupalılar
arasında hakimiyet savaşlarının yaşandığı br arenaya dönüşmüş. 1500’lü yılların
başında önce Portekizliler, Sri Lanka’ya sızmışlar. Adadaki krallıklardan biri
olan Kotte’nın kralı ile anlaşma imzalayan Portekizliler, sahil bölgelerinde
yetişen tarçının ticaretini yapma imtiyazını almışlar. Ayrıca kendilerine
Colombo’da bir ticari koloni kurma izni verilmiş. Bu hakimiyet alanlarını
zamanla genişleten Portekizliler, bugünkü Colombo’nun ortasında yer alan
bölgeye kalelerini kurup, başkentleri ilan etmişler.
Tabii hayat istedikleri kadar kolay
sürmemiş zira adanın zenginliklerinden pay almak isteyen Hollandalılar sahneye
çıkmışlar. Savaşlar, güç oyunları ve ihanetlerle dolu bir dönemden sonra, 1656’da,
destansı bir kuşatmadan sonra, Colombo’yu ele geçiren Hollandalılar, başta
tarçın ticareti olmak üzere bütün bu zenginliği Hollanda Doğu Hindistan
Kumpanyası’na devretmişler. Bu da ancak 1796’ya, İngilizler’in Colombo’yu ele
geçirişine dek sürmüş.
Kısa bir dönem bu şekilde idare eden
İngilizler, daha kalıcı bir sistem oluşturma peşinde oldukları için, 1815’de
adanın son monarşisi olan Kandy Krallığı’nı da Hollandalılar’dan devralmışlar.
Resmi olarak İngiliz Seylanı olarak tanımlanan kolonilerini kurmuşlar. Bu yeni
dönem ise 1948 yılına dek sürmüş.
Günümüzde Sri Lanka, özellikle ayrılıkçı
Tamil Kaplanları ile sürdürülen uzun iç savaşın 2009’da bitmesinden sonra,
dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine dönüştü. Bir turizm cenneti ve
tekstil ülkesi olarak ön plana yükseldi. Tabii adanın en önemli gelir kalemi
hala çay!
Colombo’ya düşserse yolunuz yapmanız gereken
en önemli şey gün batımında Galle Face Green’de olmak! Burası Hint Okyanusu
kıyısında yemyeşil bir kordon boyu olarak tasarlanmış. Yürüyüş alanları var.
Halk buraya akın ediyor günün son saatlerinde. Denizden gelen ılık rüzgarla
uçurtmalar uçuruyorlar. Ben ise kıyıda kurulu Galle Face otelin tarihi
bahçelerinde batan güneşe nazır oturup serin bir kokteyl yudumlamayı pek
seviyorum. Tavsiye ederim!
Beira Gölü üzerinde kurulu Gangaramaya Tapınağı’nı
ziyaret etmenizi öneririm. Burada Sri Lanka mimarisi ile Hint, Çin ve hatta
Tayland mimarisinden esintiler bulabilirsiniz.
Colombo Ulusal Müze benim her zaman ziyaret
ettiğim favorilerimdendir. İngiliz Seylanı’nın valisi Sir William Henry Gregory
tarafından kurulan müze 1 Ocak 1877’de açılmış. Ülkenin eski krallıklarına ait
zenginlikler, heykeller, kabartmalar ve pek çok objenin sergilendiği müze,
ülkenin en büyük ve önemli müzesi olarak kabul ediliyor. Müzeyle birlikte
kurulan Ulusal Kütüphane ülkenin en
büyük kitap koleksiyonunu barındırıyor. Basılan her şey, ister kitap ister
dergi olsun, mutlaka bir nüshası buraya gönderilip arşivleniyor.
Müzenin yanıbaşında bulunan Viharamahadevi
Parkı, Colombo şehrinin en büyük parkıdır. Çok bakımlı, yemyeşil ve tertemiz
ortamıyla tam bir nefes alma yeridir. Büyük büyuttaki bir Buda heykelini
barındırıyor bu güzelim park. Eskiden adı Victoria Parkı imiş ama bağımsızlık
kazanılınca pek çok yerde olduğu gibi burada da isimler, yenileriyle
değiştirilip, koloni dönemine elveda denilmiş.
Gezilecek yerle içinde Murugan Hindu tapınağını
da unutmamam lazım. Güney Hindistan’ın renkli mimarisini ve Gopuram adı verilen
dev kulelerini güneye taşıyan bu yapı, tanrı Şiva kültünün Colombo’daki en
önemli temsilcisi olarak kabul ediliyor. Sabah erken saatlerde, her yer pırıl
pırl iken gitmenizi öneririm.
Tabii yeme içme kısmına da kısaca
değineyim: Hindistan cevizi sütü içinde pişirilen deniz ürünleri ve balık
yemeklerinden yemeden dönmeyin! Yine hindistan cevizi sütü ile pişirilmiş
zerdeçallı mercimek yemeği, diğer bir favorim! Mis kokulu yasemin pirinci ile
servis ediliyor. Kahvaltıda ise pirinç unu ve hindistan cevisi sütü ile
hazırlanan kreplerden yemenizi tavsiye ediyorum. Bunlara hopper deniyor. Aman
Allahım! Özleyeceğiniz tatlardan olacak eminim! Çayı unutmuyoruz tabii ki…
Yollarda görüşürüz,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder