
- Onun için aşk, bir insanın uğruna bütün hayatını verebileceği, her şeyi göze alabileceği bir şeydi, evet. Ama hayatta da bir kere olurdu.
- Çok mutluydum. Ama bu, aklımın ölçerek anladığı bir mutluluk değil, tenimin yaşayarak tanıdığı ve daha sonra sıradan hayatın içinde, bir telefon açarken ensemde, acele acele merdiven çıkarken kuyruk sokumumda ya da dört hafta sonra nişanlanmayı kurduğum Sibel ile Taksim'de bir lokantada yemek seçerken göğsümün ucunda hissederek hatırladığım bir şeydi.
- Aslında kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez.
- Mutlu anlardan geriye kalan eşyalar, o anların hatıralarını, renklerini, dokunma ve görme zevklerini bize o mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatle saklarlar.
- ....aşkının aldığı korkutucu boyutu ilk Füsun itiraf ettiği içi, oyunu o kaybetmişti....Nereden, hangi rezil tecrübelerden edinmiş olduğumu bilmek bile istemediğim içimdeki "aşk bilgesi", tecrübesiz Füsun'un, benden daha içten davrandığı için "oyunu" kaybettiğini sinsice müjdeliyordu bana.
Tabii bu güzel "aşk dolu" cümlelerle birlikte, aslında benim gibi "Ulusalcı" tayfasının pek de hoşlanmayacağı bazı söylemler de yok değil. Özellikle Atatürk devrimleri ile ilgili bazı cümlelerde, biraz alıngan ve hassas davranırsak, kekremsi!!! bir tat bile bulabiliriz ... Ama neyse...Bunlara takılmadan kitabı okumayı sürdüreceğim zira iki sene sonra kitabın konusu olan müzenin kendisi de açıldığında, eşi benzeri olmayan bir durumla karşı karşıya olacağız. Şimdiden yıpratmamak lazım diye düşünüyorum.
Geçen gün bir arkadaşım, kitap için yapılan medya bombardımanını fazla bulduğunu söyledi. Sayfa sayfa ilanlar, NTV'de özel röportajlar v.s ona biraz fazla gelmiş. Onu tamamen haksız bulduğumu söylersem dürüst davranmamış olacağım. Ben de bu yapılanları biraz fazla bulduysam da, dünyanın her yerinde bu gibi şeylerin yapıldığını unutmamak lazım. Pek hoşuma gitmiyor ama maalesef günümüzün gerçeği bu galiba. İstemesek de kabullenmek zorunda kalıyoruz. Tabii bir de NOBEL faktörünü göz önünde bulundurmak lazım. Her yazara NOBEL verilmiyor sonuçta! Bizim de TEK NOBEL'li yazarımız Orhan Pamuk! Bir diğeri daha çıkana dek, her türlü "promosyon" yapılacaktır tabii ki. Üstelik "İSTANBUL" benim gönlümün NOBEL'ini de aldı!!! Hayatımda okuduğum en iyi kitaplardan biri kesinlikle...
Bu arada başka bir konu: Her zaman özenmişimdir şehirlerle birlikte anılan yazarlara... Joyce&Dublin, Kafka&Prag, Pessoa&Lizbon ve daha niceleri...Bizim de Pamuk&İstanbul ikilimizin olması fena bir şey mi ki? Hiç de değil! Ama tabii aslında, Orhan Pamuk'un İstanbul'la olan ilişkisi uluslararası arenaya taşınma fırsatı bulduğu için bu kadar değerli hale dönüştü. Yoksa tabii ki Pamuk'tan çok daha evvel, edebiyatımızda İstanbul'la özdeleşen yazarlarımız, şairlerimiz, ozanlarımız var. Orhan Veli, Sait Faik, Yahya Kemal ilk aklıma gelenler. Nazım Hikmet'in İstanbul'lu şiirlerini neredeyse ağlayarak okurum hatta. Off neyse...Bu konu çooook uzar daha ama benim uzmanlık alanım bu olmadığı için ahkam kesmek gibi bir hataya düşmek istemem doğrusu.
Bu haftaki okumalarım içinde ilk sırayı "Masumiyet Müzesi"nin alacağı kesinleşti. Tadını çıkara çıkara okumayı düşünüyorum ve de heyecanla dünya müzelerini gezeceği kısımları bekliyorum. Bakalım tanıdıklar çıkacak mı?