Kokpit.Aero sitesindeki BHUTAN yazım...1. Bölüm

Off Allahım!!! Yine uzun bir ara ve yine disiplinden şaşmış bir İKO!!! İnsanın blogu olur da, bu kadar ara verir mi yazmaya? Eh oluyormuş işte!
Bu süreçte turlarıma devam ettim. Kitaplar okudum. Yazılar yazdım. Ev hayatımın tadını çıkardım. Arkadaşlarımla güzel zamanlar geçirdim. Keyfime göre seyahat ettim. Ve bir de internet sitesinde yazmaya başladım. ... http://kokpit.aero/
Havacılık üzerine hazırlanmış bir site ama beni de dünyanın çeşitli köşelerine pencere açmam için kadrolarına dahil ettiler. Aslında bana da çok iyi oldu çünkü böylece yazma disiplinimden uzaklaşmamış oluyorum. Bu sefer biraz tembellik yapıp, oraya yolladığım bir yazıyı ekleyeceğim aşağıya.


Himalayalar’ın Ejder Krallığı BHUTAN  -1-

İnsanın işi gezmek ve gezdirmek olunca, uçmak, hayatının doğal bir parçası haline geliyor. Havalimanlarının bitmeyen kontrollerinden geçip, yorgun argın bindin mi uçağa, bağlıyorsun kemerini, kontrolü bırakıyorsun kaptanlarına ve arkana yaslanıp keyif yapıyorsun. Biraz da uzunsa yolculuk, yemekten sonra biraz film, biraz kitap, azıcık da uyku derken bir de bakmışsın, dünyanın öbür yanına gelmişsin bile! Uzaklar yakın oluvermiş! Bu yüzden seviyorum uçmayı ve hala her uçuş öncesi heyecanlanıyorum.
Becerebilirsem, mutlaka cam kenarından yer alıp, burnumu pencereye dayarım merakla. Aşağıda akıp giden manzaraları seyrederken, bir yandan da uçuş haritasını takip ederek, dünyanın hangi köşesindeyim onu anlamaya çalışırım. Hah şimdi Ganj’ın üstündeyim, şimdi Sahra Çölü’nü geçiyoruz, uzakta Etna yanardağı görülüyor diye konuşurum kendi kendime. Dünya altımda dev bir Mercator Haritası gibi serilmişken, gündüz uçuşları sırasında ne mümkün başka bir şeyle ilgilenmem! Keyiften kendimden geçerim adeta.
Ama bazı yerlere uçmayı daha da çok severim. Kalbim daha hızlı atar, beraberimdekilere sirayet eder bu heyecanım. Uçuşun rotasından mıdır, inilen toprakların büyüsü müdür tam bilemiyorum ama o diyarlara uçmak bana mutluluk verir hep. İşte kokpit.areo’daki yazılarıma başlarken, öncelikle bu yerleri paylaşmak istiyorum sizlerle…
Bu hafta, neresi olsun, neresi olsun diye düşünürken aklıma gelen cennet köşelerden Bhutan’a götürmek istiyorum sizleri.
Bundan birkaç sene önce Bhutan dediğimde, çoğu insanın kaşları havaya kalkar ve Bhutan mı? Orası neresi? Öyle bir ülke mi var? diye sorular gelirdi. Şimdi gittikçe azaldı bu sorular. Bu konuda özellikle sayın Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan Bhutan gezisi yazısının çok büyük bir payı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Bhutan, Himalaya Dağları arasındaki bereketli vadilerde kurulmuş, dünyanın tek Budist krallığıdır. Manevi hayatın içsel zenginlikleriyle yoğrulmuş ve Budist öğretiler ışığında medeni kanunlarını oluşturmuş bu sakin ve sessiz ülkenin doğal güzellikleri ve tarihi değerleri saymakla bitmez. Bhutanlılar ülkelerine DRUK YUL diyorlar, yani Yıldırım Ejderin Ülkesi… Ülkenin bayrağındaki beyaz ejderha da bunu simgeliyor. İnanışa göre Bhutan’ın kurucu ataları vadiye geldiklerinde onları gümbür gümbür yıldırımlar karşılamış. Manevi uyanış ve birliğin simgesi olarak kurulan Budist okullara, DRUK yani Ejder okulu demişler. Böylece ejder hem güç hem de maneviyatın birleştiği en önemli sembol olarak sonraki dönemlerde bayrakta yerini almış. Çoğumuzun hatırlayacağı gibi, Çin başta olmak üzere, ejderha ya da diğer adıyla dragon simgesi, Asya’nın pek çok kültüründe, imparatorluk gücünü simgeleyen çok kudretli bir simgedir.
Ülkenin coğrafyası tamamen dağlık ve tepeliktir. Uçaktan bakıldığında kıvrım kıvrımdır aşağısı. 7000lik zirvelerin arasında, sıra sıra uzanan 4000lik dağlar ve bu dağların arasında ortalama 2200 metre rakımda, sıkışmış gibi duran vadiler görülür. Kentler de bu sıkışık vadilerde kurulmuş olduğu için, bildiğimiz anlamda geniş alanlara yayılmış, büyük şehirleri yoktur Bhutan’ın. Yüzbini aşan nüfusuyla en büyük şehir olan başkent Thimpu, Bhutan’ın hem idari hem de manevi merkezidir. Kraliyet Sarayı, meşruti monarşinin yürütme gücü parlamento ve ülkenin manevi lideri başrahip JE KENPO’nun resmi konutu, büyük TASHİCCHO MANASTIRI, buradadır. Aslında ülkeyi kral ve başrahip birlikte idare ediyorlar dersem, yanlış söylemiş sayılmam. Çünkü Bhutan’lıların sosyal yaşantıları dini olayların etrafında şekillenir, tapınakları her zaman ziyaretçilerle dolar taşar ve her erkek hayatının bir döneminde mutlaka ama mutlaka manastır hayatı yaşar, oradaki dini eğitimden geçer. Krallar bile! Rahipliğinin yapmamış erkek, bizdeki askerliğini yapmamış erkek gibi kabul edilir neredeyse. Meslek hayatına atılamaz, evlenmede zorluk çeker. Dolayısıyla da Bhutan tam bir manastırlar ülkesidir.
Ülkenin en önemli bayramları, festivalleri, törenleri hep bu manastırlar tarafından düzenlenirler. Binlerce rahip vardır bu devasa çarkın içinde ve hepsinin idaresinden, düzeninden sorumlu kişi, ülkenin manevi lideri başrahip Je Kenpo’dur. Manastırların içindeki renkli tapınaklarda hem kral hem de Je Kenpo’ya ayrılmış tahtların varlığı, ülkenin yönetim anlayışının apaçık bir göstergesidir. Din ve devlet işleri farklı kişilerin idaresinde, yani bir anlamda birbirlerinden ayrı olmalarına ragmen, birbiriyle bir bütünlük oluşturur. Kral ve Je Kenpo, uyum içinde ülkeyi yönetmekle ve halkın mutluluğu, huzuru için çalışmakla yükümlüdürler. Budist yasaları bunları zorunlu kılar! Ve Bhutan’a ulaştığınız andan itibaren hissettiğiniz o sükunet ve huzur hissi, sanırım bu uyumdan ileri geliyor.
Bhutan’a varış noktamız, her zaman, ülkenin uluslararası uçuşlara açık tek havalimanı olan PARO havalimanıdır. Etrafı 5500 metrelik zirvelerle çevrili 2230 metre rakımdaki bu havalimanı dünyanın en zorlarından biri olarak kabul ediliyor. O karla kaplı zirvelerin arasından, adeta iğne deliğinden iplik geçirir gibi uçağı geçirmek ve aynı zamanda  vadinin içinde patlayan Himalaya rüzgarlarıyla baş etmek, her babayiğidin harcı olmasa gerek! Bildiğim kadarıyla, bu havalimanına iniş kalkış yapabilecek ehliyette sadece 8 pilot var. Sadece gündüz saatlerinde iniş kalkışa izin veriliyor. Görüş şartları pilotların istediği nitelikte değilse, hiçbir sorgu sual olmadan, pilot tamamdır diyene kadar uçaklar hareket ettirilmiyor. İnternette şöyle bir araştırma yaptığınızda bulacağınız PARO’ya iniş videoları gerçekten tüylerinizi ürpertecek. Ben her seferinde yolcularımı korkmamaları yönünde uyarıyorum çünkü zirvelerin arasında ardı ardına yapılan zigzaglardan sonra artık tam bitti iniyoruz derken, son anda bir U dönüşü yapılıyor ki, evlere şenlik! Hatta inişe geçildiği anda pilot bir anons yaparak, korkmayın, bu normal bir prosedürdür diyor ve ardından, herhalde ortamı yumuşatmak için, son derece huzurlu bir müzik yayınına geçiliyor ama yine de ben, itiraf ediyorum, her toprağa değdiğimizde, pilotu sarılıp öpmek istiyorum. Pistin uzunluğu 2000 metre, dolayısıyla yere değdiğimiz anda sıkı bir fren bekliyor bizi.  Ve ardından alkış patlıyor her seferinde. Ben bazen kendimi tutamayıp ıslık da çalıyorum - ki bu aramızda kalsın lütfen!
Paro, ortasından pırıl pırıl bir nehrin geçtiği, harika bir vadide kurulmuş.  20000 nüfusu var ve sokakta kime sorsanız Paro, ülkemizin dünyaya açılan kapısıdır der gülümseyerek.  Her ne kadar ülkenin başkenti Thimpu olsa bile, Parolular, ülkenin şimdilik tek uluslararası havalimanına ev sahipliği yaptıkları için, kendilerini şanslı ve gururlu hissediyorlar. Vadiye tepeden hükmeden ünlü Paro RINPUNG Manastırı, Bhutan’ın en önemli sembollerinden. Hem burada eğitim alıp barınan yüzlerce rahibe, hem de bölgenin idari işlerinin görüldüğü devlet dairelerine ev sahipliği yapıyor. Ziyarete açık olduğu saatler içinde bu manastırların gezilmesinde ve fotoğraflanmasında herhangi bir sakınca yok. Yanınızda her zaman, gerekli kayıt işlemlerini yapan yerel bir rehberiniz bulunacağı için, size sadece etrafı dolaşıp, sessizliğin, olağanüstü renklerin ve genç rahiplerin sevimli gülümsemelerinin tadını çıkarmak kalıyor.
Manastırlar hakkında da bir iki kelime etmek lazım çünkü ülkenin geleneğinde DZONG olarak adlandırılan bu kale-manastırların çok büyük yeri var. Dzong’lar kuvvetli dış duvarlarıyla, sadece dünyevi hayatla manevi hayatı birbirinden ayırmakla kalmamış aynı zamanda içine sığınanlara, savaş zamanlarında güvenlik de sağlamış. Günümüzde dzong’lar bir bölgenin, dini, askeri, idari ve sosyal merkezi olarak kabul edilirler. İç düzenleri iki bölüme ayrılmıştır: İçinde tapınakaların, dua salonlarının ve rahiplerin yatakhanelerinin bulunduğu dini kısım ve bölgenin devlet dairelerinin, mahkemelerin ve diğer resmi işlerin görüldüğü idari kısım. Dzongların dış duvarları düz beyaz olmasına ragmen iç kısımlarında çok renkli ahşap süslemeler, Budist geleneğe ait rengarenk işlenmiş duvar resimleri ve parlak dini semboller kullanılmıştır. Birbirlerine koridorlar ve gölgeli geçitlerle bağlanan avlularda, Tibet Ay takvimine göre hesaplanan günlerde, TSECHU adı verilen törenler yapılır. İşte bu törenler, bölge halkının en önemli sosyalleşme fırsatıdır. Kadınlar en şık KİRA’larını erkekler en iyi GHO’larını giyip öyle giderler dzonglara. Genç yaşlı hiç fark etmez, herkes katılır bu kutlamalara. Masklar takmış ve renkli giysilere bürünmüş rahipler,Tibet Budizmi’nin kurucusu Guru Rinpoche ve onun öğretisiyle ilgili kutsal danslar yaparlar. Davulların nabız vuruşunu andıran ritimleri, genç rahiplerin üflediği boruların seslerine karışır avlularda ve bütün bu karmaşanın içinde, bir tatlı huzur kaplar içinizi.

Bu güzelliklere dalmışken yazı akıp gitmiş ve ben anlatmak istediklerimi bitirememişim henüz. Öyleyse, Bhutan’ın vadileri arasındaki gezimize haftaya devam edelim. Ne dersiniz?


Tecritte 3. Hafta... Her şey normalmiş gibi yaşamaya çalışmak...

Günler birbirini hızla takip ederken, bir de fark ettim ki, tecritteki 3. haftamızı doldurmuşuz geçen Perşembe. Bugün Cumartesi... Sa...